Aşk ve Ölüm Tablolarının Ressamı: Edvard Munch
tarafından incelendi ve onaylandı. psikolog Gema Sánchez Cuevas
Edvard Munch, Norveçli bir ressam ve baskı resim sanatçısıdır. Eserleri özellikle psikolojik temaları çağrıştırır. Bir ressam olarak ürettiği eserlerin, 19. yüzyılın sonlarındaki sembolizm yanlısı hareketlerin etkilerini taşıdığının altını çizmek gerekir.
Munch, 20. yüzyılın ilk dönemlerinde Alman ekspresyonizmini büyük oranda etkilemiştir. Çığlık (1893) adlı meşhur tablosu, modern ruhsal acının bir sembolü olarak gösterilmektedir.
Çocukluk ve Gençlik Yılları
Edvard Munch 12 Aralık 1863 tarihinde Löten, Norveç’te dünyaya geldi. Orta sınıfa mensup ailesinin sağlık durumu pek iyi değildi. Edvard henüz beş yaşındayken annesini kaybetti. 14 yaşına geldiğinde ise ablası hayata gözlerini yumdu. Hem annesi hem de ablasının ölüm nedenleri veremdi.
Munch bu konuyu ilk şaheserlerinden biri olan Hasta Çocuk (The Sick Child) adlı tablosunda 1885 yılında yeniden canlandırmıştır. Munch’un babası ve erkek kardeşi de kendisi daha çok gençken ölmüştür. Hayatta kalan tek kız kardeşi ise kısa bir süre sonra ruhsal bir hastalığa yakalanmıştır.
Munch daha çok genç yaşlarda, herhangi bir eğitim almamış olmasına rağmen resim konusundaki hünerlerini sergilemeye başlamıştır. Onun sanatsal gelişiminde önemli rol oynayan faktörlerden biri, Kristiania Bohème adıyla bilinen ve Oslo’nun o dönemdeki adıyla Kristiana’da yaşayan bir grup yazar ve sanatçının oluşturduğu çevresi olmuştur.
Bu çevrenin üyeleri özgür aşka inanan ve genellikle burjuvazinin dar fikirli yaklaşımına karşı olan insanlardır. Kristiania Bohème çevresindeki en yaşlı ressamlardan biri olan Christian Krohg, Munch’u yönlendirmiş ve ona ihtiyacı olan cesareti vermiştir.
Daha ilk zamanlardan itibaren Munch, Kristiana’da yaygın olarak yer alan doğal estetik anlayışını aşmayı başarmıştır. Bu yaklaşım büyük oranda, 26 yaşında Paris’e yaptığı bir gezi sonrası Fransız empresyonizmini benimsemesi sonucu ortaya çıkmıştır.
Hiç şüphesiz post empresyonist ressamlar Paul Gauguin ve Henri de Toulouse-Lautrec tarafından yapılan eserler üzerinde çok güçlü bir etkisinin bulunduğu görülmektedir. Kendi sanat dünyasında açık doğa betimlemelerinin ötesine geçen sentetik sanatçı tutkusunu benimseyerek içsel bir vizyon şekillendirmeyi başarmıştır.
Edvard Munch ve Sanatçı Kimliğinin Olgunlaşması
Munch’un son derece orijinal tarzı 1892 yılında şekillenmiştir. Bu dönem yarattığı eserlerindeki akıcı ve çetrefilli çizgiler modern zamanların Art Nouveau stiline benzemektedir.
Ancak Munch çizgileri birer dekorasyon olarak değil, daha çok derin psikolojik keşifler için bir araç olarak kullanmıştır. Tablolarındaki özellikle cesur cinsel betimlemelerin de bulunduğu şiddet içerikli duygular ve geleneksellikten uzak figürler çok ciddi tartışmalara yol açmıştır.
Eleştirmenler ayrıca, çoğunlukla yarım kalmış görüntüsü veren yaratıcı tekniği konusunda da oldukça mutsuz olmuşlardır. Bununla birlikte bir skandal, Almanya’da isminin duyulmasına yardımcı olmuş ve bu sayede ünü daha da fazla yayılarak geniş çevrelerce tanınır hale gelmiştir.
Munch 1892-1895 yıllarını genellikle Berlin’de geçirmiş ve daha sonra 1896-1897 yıllarını geçireceği Paris’e taşınmıştır. 1910 yılında Norveç’te yerleşene kadar sürekli olarak yer değiştirmiştir.
Aşk ve Ölümün Tabloları ve Çığlık
Munch’un geride bıraktığı mirasın tam kalbinde aşk ve ölüm konusunda yapmış olduğu tablolardan oluşan seri yer almaktadır.
Bu serinin orijinal çekirdeğini 1893 yılında sergilenen altı tablo oluşturur. Daha sonra bu seri tekrar sergilenene dek 22 adet tabloya ulaşmıştır. Serinin ilk sergisine Frieze of Life adı verilmiş ve Berlin’de 1902 yılında sanatseverlerin beğenisine sunulmuştur.
Frieze of Life çok derin bir biçimde kişisel tecrübelere dayalı bir seri olsa da, içerdiği temalar evrensel bir karaktere sahiptir. Bu eserler belirli adamlar ya da kadınlar hakkında değil, genel olarak adamlar ve kadınlar hakkındadır. Eserlerinde insanın tecrübesi ve doğanın büyük ilkel kuvvetleri konularına değinir.
Bu seride sıralı bir biçimde görülen, uyanışa ilişkin saklı bir hikaye barındıran, açan ve solan bir çiçek gibi tasvir edilen aşkı umutsuzluk ve ölüm takip eder.
Tablolarının pek çoğunda klostrofobik kapalı alanlar ve aniden değişen perspektif sayesinde çizimler daha güçlü bir biçimde sunulmaktadır. Bunun en güzel örneklerinden biri Munch’un en ünlü eseri olan Çığlık (The Scream) adlı tablosunda kullandığı dramatik perspektif kullanımıdır.
Çığlık, ressamın hissettiği ve duyduğu akıllara durgunluk veren “doğanın tümündeki çığlık” tecrübesinden esinlenerek yaratılmış bir eserdir. Tabloda panik içindeki bir yaratık yer almakta, bu yaratık aynı zamanda sperme ya da fetusa benzemektedir. Tablodaki konturlar kan kırmızısı gökyüzünde girdaplar çizen çizgiler olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Sorunlarım benim birer parçamdır ve bu nedenle de aynı zamanda sanatımın da parçalarıdır. Bunlar benden ayırt edilemez ve bunları tedavi etmek demek sanatımın yok edilmesi anlamına gelir. Bu acıları yaşamaya devam etmek isterim.”
– Edvard Munch
Bu tabloda anksiyetenin kozmik seviyeye yükseldiğini görüyoruz. Tablodaki anksiyete sonunda ölüm ve anlamın boşluğu kavramları ile ilişkilendirilmiştir. Bu ögeler varoluşçuluğun temelleri olarak kabul edilebilir.
Çığlık adlı eserin ilk iki versiyonu 1893’lere uzanır. Munch bu eserin diğer bir versiyonunu 1895 yılında, dördüncü ve son versiyonunu ise 1910 yılında tamamlamıştır.
Munch’un Grafik Eserleri
Munch’un sanat eserleri aynı zamanda dönemin şiir ve drama eserleri ile de ilişkilidir. Ayrıca çizdiği tablolarda oyun yazarları Henrik Ibsen ve August Strindberg’in eserleri ile de ilgi çekici kıyaslamalar yapılabilmektedir.
Munch büyük miktarlarda grafik sanat üretimine 1894 yılında başlamıştır. Bu grafik ürünler arasında oymacılık, taş baskı ve tahta blok baskılar yer almaktadır.
Bu tür ürünlerin onun açısından en ilgi çekici tarafı, vermek istediği mesajları çok daha geniş kitlelere ulaştırma şansını bu şekilde yakalamış olmasıdır. Ayrıca oymacılık sayesinde deneysel tecrübelerini artırma fırsatı da bulmuştur.
Grafik alanında eğitim almamış olması hiç şüphesiz oldukça uç ve yaratıcı teknikler denemiş olmasının başlıca sebepleri arasında bulunmaktadır.
Çağdaşlarının pek çoğu gibi Japon geleneksel tahta oymacılığından esinlendiğinin altını çizmek gerekir. Bununla birlikte, yapım aşamalarını büyük oranda basitleştirmiş ve örneğin tek bir tahta blok üzerine çok sayıda baskı yaparak küçük parçalara ayırma yöntemiyle daha fazla sayıda ürün elde etmiştir.
Munch’un ifadesel amaçlar için gerçek tahta parçacıkları kullanması özellikle başarılı bir deneysel yöntem olarak ön plana çıkmıştır. Bu yöntem daha sonra gelen sanatçıları üzerinde de önemli bir etki yaratmıştır.
Edvard Munch ve Yaşamının Son Yılları
Ressam, depresyonla bağlantılı alkol ve intihara meyilli ruh hali nedeniyle 1905 ile 1909 yılları arasında birkaç kez hastaneye kaldırılmıştır.
Sürekli bir biçimde şiddet, kavga, tartışma ve saldırı olaylarına bulaşmıştır. Başka bir ressamla kavgası doğduğu yere geri dönüşünü 4 sene geciktirmiştir. Tablolarından bazıları bu kavgayı hatırlatmaktadır.
Ressamın Norveç’te geç de olsa kabul edilmesinde Oslo Üniversitesi Duvar Resimleri (1909-1916) komisyonu çok önemli bir rol oynamıştır. Bu serilerin ana teması olarak alegorik şekillerle çevrelenmiş büyük güneş çizimleri olarak ön plana çıkmıştır.
Munch’un gizemli ve tehlikeli psişik kuvvetlerle şekillenen ve modern sanata bıraktığı mirasının büyük oranda 1890’lı yıllarda yarattığı eserler çevresinde şekillendiği söylenebilir.
Bir Yahudi olan Munch, hayatı boyunca Avrupa’da yükselişte olan Nazi akımı tarafından reddedilen bir sanatçı olmuştur. 1937 yılında bir Nazi sergisinde yer alan eseri, Yahudi sanat sapıklığının “yozlaşmış sanat” türündeki bir örneği olarak sergilenmiştir.
“Hastalık, delilik ve ölüm, beşiğimin üzerinden beni izleyen ve hayatım boyunca bana eşlik eden kara meleklerdi.”
– Edvard Munch
Munch Oslo yakınlarında bulunan Ekely’de 23 Ocak 1944’te hayatını kaybetmiştir. Ressam, evi, tabloları, baskıları ve çizimlerinden oluşan mirasını Oslo şehrine bırakmıştır.
1963 yılında doğumunun yüzüncü yıl dönümünde Oslo’da Munch Müzesi açılmıştır. Ressamın baş yapıtlarının pek çoğu halen Oslo Sanat Galerisinde bulunmaktadır.
Munch’un Bıraktığı Miras
Munch’un “duygusal öz” kavramına yoğunlaşması bazen betimsel olmaktan daha çok şekillerin aşırı basitleşmesi ve renk kullanımına yol açmıştır. Tüm bu yöntem ve akımlar, özellikle Alman Ekspresyonizm savunucusu bazı genç sanatçılar tarafından benimsenmiştir.
“Çürüyüp yok olan bedenim üstünde çiçekler açacak ve ben onların içinde olacağım. İşte ölümsüzlük budur.”
– Edvard Munch
Belki de sonraki dönem sanatlar üzerinde yarattığı en doğrudan etki ağaç kesim sanatında gözlemlenebilir.
Ancak bunun yanında, Munch’un modern sanatlarda bıraktığı derin miras özellikle insanın tecrübesinin evrensel boyutlarını ele alma amaçlı sanat yaklaşımında yatmaktadır. Eserleri, çok hızlı bir biçimde değişen günümüz dünyasındaki belirsizlik karşısında bireyin tipik modern durumunu ifade etmeyi sürdürmektedir.
Tüm alıntı yapılan kaynaklar, kalitelerini, güvenilirliklerini, güncelliklerini ve geçerliliklerini sağlamak için ekibimiz tarafından derinlemesine incelendi. Bu makalenin bibliyografisi güvenilir ve akademik veya bilimsel doğruluğa sahip olarak kabul edildi.
- Miranda, M., Miranda, E., & Molina, M. (2013). Edvard Munch: enfermedad y genialidad en el gran artista noruego. Revista médica de Chile, 141(6), 774-779.
- Young, P., & Finn, B. C. (2014). Edvard Munch, El grito y la atmósfera. Revista médica de Chile, 142(1), 125-126.
- Gómez, C. P. (2016) Edvard Munch. La pintura y la voz. VIII Congreso Internacional de Investigación y Práctica Profesional en Psicología.
Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.