Logo image
Logo image

Anksiyetenin Beyindeki Etkisi: Tükenmişlik Labirenti

5 dakika
Anksiyetenin Beyindeki Etkisi: Tükenmişlik Labirenti
Tarafından yazılmıştır Valeria Sabater
Son Güncelleme: 29 Mart, 2022

Anksiyete bozukluğunun beyin üzerinde bıraktığı etki çok büyük boyutlardadır. Kortizol, adrenalin ve neropinefrin maddeleri sürekli olarak tetikte bulunmamıza neden olur ve bizi bir savunmacı hale getirir. Kısa bir süre sonra da aklımız, mantıksız düşüncelerin üretilmesine uygun bir yer haline dönüşür. Bu durum, bizi yiyip bitiren ve adeta felce uğratan korkularla, ay ya da yıldızların olmadığı soğuk bir gece karanlığı gibi tüm benliğimizi ve gerçekliğimizi tamamıyla karartır. Aslında çok az sayıda psikolojik durum bu kadar yoğun bir biçimde yaşanabilir.

Demografik çalışmalar, çok sayıda insanın kronik anksiyete bozukluğu sorunu ile karşı karşıya kaldığını göstermektedir. Gerçeği başka türlü hissetmenin ya da görmenin başka bir yolu olduğunu göremeyen bu insanlar, nasıl davranacaklarını bilemeden bu duygu ile sürüklenip dururlar. Diğer yandan bazı insanlar ise durumsal anksiyete bozukluğu denen başka bir problemle karşılaşmaktadır. Bu tür vak’alarda ise toplum içinde konuşma, bir iş görüşmesinde bulunma, bir sınava girme yada hatta bunları örnekleyen bir an bile bizi ciddi bir biçimde sınırlayan tehlike bayrağının çekilmesine yol açar.

“Korku, duyguları keskinleştirir. Anksiyete ise onları felce uğratır.”

– Kurt Goldstein

Hepimiz anksiyete sorunuyla mutlaka yüzleşmişizdir. Doğru miktarlarda ve ulaşmak istediğimiz amaçlar doğrultusunda çok değerli bir araç görevi görebilecek bu oldukça doğal insani tepki, genellikle kontrolümüzden çıkar. Kısa süre içerisinde de neredeyse hiç farkında olmadan yaşantımızın tüm kontrolünü eline alır. Ve bu gerçekleştiğinde ise, Kandisky’nin tablosunda olduğu gibi her şey bozulur ve altüst olur.

Some figure

Anksiyete Bozukluğunun Beyin Üzerindeki Etkileri

Anksiyete bozukluğunun beyinde yarattığı etkiyi daha iyi anlayabilmek için öncelikle önemli bir detayın farkına varmamız gerekmektedir. Bu detay ise, anksiyete ile stres arasındaki ayrımı nasıl yapacağımızı bilmektir. Örneğin stres, birden fazla dış etki sonucunda ortaya çıkan bir psikolojik harekete geçme süreci anlamına gelmektedir. Yani, stres söz konusu olduğunda yaşadığımız anla ilgili bir durumu tetikleyen bir etmen mutlaka bulunmaktadır. İş yerinde yaşadığımız baskı, aile içinde yaşanan problemler vb… Tüm bunlar aslında, bu tip uyarıcılara karşı koyabilmek için yeterli derecede gücümüzün ve kapasitemizin bulunmadığının farkında olmamızdan kaynaklanmaktadır.

Anksiyete bozukluğu ise stresten daha karmaşık bir sorundur. Esasında çoğu kez stres kaynaklı olarak ortaya çıktığı doğru olsa da, bu duyguyu genellikle gerçek anlamda neden kaynaklandığını bilmeden tecrübe ettiğimizi ifade etmek gerekmektedir. Yani anksiyete bozukluğu, daha çok içsel bir sorundur. Tekrar tekrar ve çok farklı zamanlarda ortaya çıkar. Bir tehdide (gerçek ya da değil) karşı savaşmak ya da bu tehditten kaçmak için bizi hazırlayan bir psikolojik cevap verme durumuyla karşı karşıya kalırız.

Tüm bunlar özünde anksiyeteyi stresten farklı bir kavram haline dönüştürmektedir. Bunun doğal bir sonucu olarak da, başa çıkması strese göre çok daha zor olacaktır. Çünkü bu sorunun hazırlanış ve yaşanış biçiminin kontrol noktası beynimizdir. Şimdi bunun nasıl gerçekleştiğini öğrenelim.

Amigdala

Amigdala, beynimizin en dip noktasında bulunan küçük bir parçadır. Bu parça, çevremizden gelen tüm sinyalleri algılar ve işlemden geçirir. Amigdala aynı zamanda, herhangi bir tehdit, tehlike ya da savunma gerektiren bir durum bulunduğunda bunu hemen beyne iletir. Yani aslında bu parça, çok yaygın olarak bilinen korkular arasında yer alan örümcek korkusu, karanlık korkusu, yükseklik korkusu vb. korkulara reaksiyon göstermemize neden olan bir tür içgüdüsel (ve kimi zaman belki de mantıksız) alıcı görevi yapmaktadır.

Some figure

Hipokampus

Hipokampus, beynin duygusal hafızamız ile ilgili olan bölümüdür. Eğer beyindeki anksiyete etkisi şiddetliyse ve zaman içerisinde sürekliliğini koruyorsa, beynin bu bölümü en fazla zarar görenlerden biri olacaktır. Hipokampusun boyutu küçülür ve bu değişimle bağlantılı olarak çok ciddi sorunlar yaşamak zorunda kalırız. Bu bağlamda, hafıza kaybı, konsantrasyon sorunları ve hatta travma sonrası stres oldukça sık görülen etkiler arasında bulunmaktadır. Bunlara ek olarak, istismar edilmiş ya da sürekli korkunun, acının, bitmeyen tehlike hissinin yıkıcı etkilerini yaşamış çocuklarda bu etkilerin oldukça sık görüldüğünün de altını çizmek gerekir.

Diğer taraftan, çok kısa bir süre önce “Neuron” isimli dergide ilginç olduğu kadar umut verici bir buluş yayımlanmıştır. Bu buluşa göre, anksiyete bozukluğu ile ilgili olan hücrelerin, beynin tam olarak hipokampus bölümünde yer aldığı ileri sürülmektedir. Elbette bu gelişme, anksiyete bozukluğunun tedavisi için daha etkin ilaçların geliştirilmesi yönünde beklenti ve ümitleri de artırmaktadır.

Kortizol, neropinefrin ve adrenalin

Huzursuzluk, telaş halinde olma, kaslarda meydana gelen kasılma ya da taşikardi (kalp çarpıntısı), bazı çok özel sinir taşıyıcılarının (nöro-transmitter) yol açtığı etkiler arasında yer almaktadır. Anksiyetenin beynimizde yol açtığı etki ise kortizol, neropinefrin ve adrenalin maddelerinin kusursuz (ve aynı zamanda korkutucu) birleşimi sonucu meydana gelmektedir.

Bu bağlamda, amigdala herhangi bir tehlikeyi tanımlayıp beyne uyarı gönderirken, bu sinir taşıyıcıları ise bizi bu duruma karşı reaksiyon göstermeye zorlamaktadır. Sonuç olarak beyin bizden, kendimizi savunmamızı, kaçmamızı ya da başka bir reaksiyon göstermemizi ister. Böyle bir reaksiyon da kaslara daha fazla kan taşınması ile gerçekleştirilir. Kalp ritmi hızlanır ve akciğerlere daha fazla hava girişi sağlanır.

Bu telaş ve alarm durumu, algılanan tehdit “gerçek” olduğu sürece ihtiyaç duyduğumuz anlarda bize yardımcı olabilir. Ancak tehdidin aslında var olmadığı ve psikolojik etkinliğin ise sürekli olarak devam ettiği durumlarda ise çeşitli sorunlar ortaya çıkmaya başlar. Bu sorunlara örnek olarak hazım problemleri, baş ağrısı, hipertansiyon ve hatta felç riski gösterilebilir.

Some figure

Anksiyete Bozukluğunun Beyin Üzerindeki Etkilerini Azaltmak İçin Ne Yapabiliriz?

En başta da vurguladığımız gibi, anksiyete aslında psikolojik bir cevap niteliğindedir. Bu nedenle, sorunu çözmek için kendimize yalnızca “biraz sakinleş, her şey çok iyi olacak” demek yeterli olmayacaktır. Eğer beynimiz bir tehlikenin var olduğunu düşünüyorsa, mantığımızın bize söylediklerinin çok az bir değeri kalır. Bu nedenle işe, psikolojik, organik ve bedensel açılardan yaklaşarak başlamak faydalı olacaktır.

  • Vücudunuzu gerçek bir tehdidin var olmadığı konusunda ikna edin. Peki bunu nasıl yapabiliriz? Rahatlayın, derin nefes alın ve vücut aktivitelerinize bir süreliğine ara verin. Bu sayede beyniniz de çalışmasını kısa süreliğine de olsa durdurabilecektir.
  • Anksiyeteyi kendi yararınıza olacak şekilde kullanın. Anksiyeteyi yönetmek ve kontrol altında tutmak, bir istem sorunu değildir. Yani beynimize it olan bu psikolojik gerçeği yok etmeyi istemek gibi bir durum söz konusu değildir. Yapılması gereken şey, bu sorunla başa çıkmak ve bizim faydamıza olabilecek yönlerini kullanmaya çalışmak olmalıdır. Bu fikri uygulamaya dökmek ve başarıya ulaşabilmek için sanatsal terapi yöntemleri bizim için yardımcı olabilecek teknikler arasında bulunmaktadır. Çamura şekil vermek ya da bir resim yapmak bile anksiyeteyi şekillendirmek için faydalı olacaktır. Sonuç olarak, bu her şeyi yiyip yutan canavar daha zararsız ve küçük bir hale gelecek ve artık idare edilebilir bir sorun haline dönüşecektir.
  • Yeni alışkanlıklar, yeni rutinler. Bazı durumlarda, günlük hayatımızdaki küçük de olsa bazı aktiviteleri değiştirmek her şeyin değişmesine yol açabilmektedir. Açık havada bir yürüyüşe çıkın, her hafta bir konsere gitmeye çalışın, yeni insanlarla tanışın, bir yoga dersine başlayın… Tüm bunlar beynimizde oluşan alarm algısını değiştirebilir ve çevremizdeki her şeyi çok farklı bir şekilde görmeye başlayabiliriz.

Son olarak, anksiyetenin şiddeti bizi aşacak seviyelerde olduğunda bir uzmana danışmak konusunda asla tereddüt etmeyin. Hiçbir insan korkuyla yaşamayı hak etmez. Ve hiç kimse, etrafındaki her şeyi karartan kronik bir anksiyete bozukluğu ile hayatını sürekli olarak bir hapishane içinde geçirmemelidir.