Yanlış Kullandığımız 8 Psikolojik Kavram
Yazan ve doğrulayan psikolog Gema Sánchez Cuevas
Yanlış kullandığımız birçok psikolojik kavram var. Bu deneyimsizlik, bilgisizlik ya da kültürel sebeplerden dolayı olabilir. Yaptığımız hataların çoğu, bazı kelimeleri eş anlamlı olmamasına rağmen öyleymiş gibi düşünerek kullanma eğilimiyle ilgilidir.
Ancak, bu kelimelerden bazıları yakından ilişkili olsa da anlamları arasındaki farklılıkların tam olarak ne olduğunu bilmek önemlidir. İşte bu kategoriye giren 8 çift kelime.
Olumsuz pekiştirme – Cezalandırma
Pekiştirme ve cezalandırma davranışsal psikolojinin en önemli iki kavramıdır. Bir davranışın olasılığını artırmaya çalışıyorsak pekiştirme yöntemini kullanırız. Fakat azaltmaya çalışıyorsak ceza olarak bahsetmemiz gerekir.
Olumsuz pekiştirme kaçınmalı uyarıcının ortadan kaldırılmasıyla olur; bu kişinin hoşuna gitmeyen bir obje ya da durum olabilir. Bu strateji önceki davranışın tekrar etme ihtimalini artırmaya yöneliktir. Olumsuz pekiştirmeye örnek olarak, annenin oğlu akşama kadar ders çalıştığı için cezasını kaldırarak onu ödüllendirmesini verebiliriz.
Cezalandırma negatif bir uyarıcıdır ve davranışın tekrarlanma ihtimalini azaltır. Buna iki örnek verebiliriz, geç kaldığımız için patronumuzun bize ufak bir ceza uygulaması ya da bir çocuğun yanlış bir davranışından dolayı puding hakkını alamaması.
Antisosyal – Utangaç
Antisosyal davranışlar üçüncü şahıslar ve toplumun geneli için tehlikeli eylemler sergilemektir. Bu kişiler kendisini reddedilmiş hisseder ya da şu anki toplumun içinde barınmakta zorluklar yaşar.
Antisosyal Kişilik Bozukluğu (AKB), önceden belirlenmiş normları ve kanunları reddeden insanları tanımlayan psikiyatrik bir bozukluktur. Hatta bu kişiler kanunlara karşı geldiklerinin tamamen bilincinde ve kasıtlı olarak ciddi suçlar işleyebilir. Diğer uç tarafta kalan utangaçlığın ise diğer insanlara hiçbir zararı ya da kötülüğü olmaz. Sadece kişinin yeni sosyal ortamlarla karşılaştığında özgüvensiz hissetmesidir.
Bilinçaltı – Bilinçdışı
Bu iki kavramı birbirinden ayırt etmek için Sigmund Freud’un psikolojisine bakmalıyız. Bu iki kavram birbirinin yerine kullanılsa da aralarında ufak ama önemli farklar vardır.
Bilinçaltı zevklerimize ve isteklerimize itaat eden duygusal zihindir. Örneğin, eğer giysilerimizi koyduğumuz sepetin yerini değiştirirsek sepetin yeni konumuna alışmamız birkaç gün alacaktır. Bu da bilinçaltındaki nöron bağlantılarının zamanla güçlendiğini kanıtlar.
Diğer yandan, bilinçdışı ise bilincimizden kaçan ya da bilincimizle ulaşılması zor olan zihinsel unsurlardır. Bu zihnimizin en ilkel kısmıdır, yıllar süren deneme yanılma süreçleriyle gelişen genetik potansiyelizasyonun meyvesidir. Örneğin nefes alıp vermemiz bilindışı olarak kontrol edilir.
İmrenmek – Kıskançlık
Bunlar da yanlış kullandığımız psikolojik kavramlardır. İkisi arasındaki fark çok basitçe miktar ve sahiplikle ilgilidir. İmrenme eylemi iki kişi arasındadır. “Sahip olmamak”la ilgili bir duygudur. İmrenen bir kişi başka birisinin sahip olduğu bir şeyi arzular ve o kişinin buna sahip olmamasını ister.
Kıskançlık ise normalde üç ya da daha fazla kişi arasında olur ve “sahip olmak”la ilgilidir. Kişi değer verdiği ilişkisinin tehdit altında olduğunu hisseder. Çok değer verdiğimiz bir şeyi kaybetme korkusuyla verdiğimiz duygusal bir tepkidir. Bu yüzden, komşumuz yeni bir araba satın aldığında ona imreniriz. Fakat en yakın arkadaşımız evlendiğinde kıskanırız çünkü yeni eşinin arkadaşımızla aramızdaki ilişkiyi mahvettiğini düşünürüz.
Cinsiyet – Toplumsal cinsiyet
Amerikan Psikoloji Birliğinin (APA, 2010) en son yayınladığı stil kılavuzuna göre cinsiyet insanların biyolojik farklarına, toplumsal cinsiyet ise sosyal farklara dayanır.
Cinsiyetin doğuştan belirlendiğini söyleyebiliriz. Yani bir kişi ya kadın ya da erkek anatomisiyle doğar. Buna karşın Amerikan Psikoloji Birliği, toplumsal cinsiyetin sonradan öğrenilen, değişen ve manipüle edilen bir şey olduğunu söylüyor.
Hezeyan – Halüsinasyon
Bu iki kavram, işitsel halüsinasyonların (sesler duymak) bazı hastalarda hezeyanlara (birinin ona zarar vermek istediğine inanmak) dönüşmesi yüzünden karıştırılır.
Ancak halüsinasyon tamamen zihnin yarattığı algısal bir deneyimdir; hezeyan ise dış uyarıcıları ya da gerçekliği saptırmaktır. Hezeyan, sağduyu ne kadar tersine işaret etse de, kişinin oldukça gerçekçi detaylara sahip derin bir inanç yaşamasıdır.
Duyu – Algı
Bu iki süreç de uyarıcıyla başlayıp beyinde biten yolun birer parçasıdır. Ancak, bunları sıkça eşanlamlı gibi kullansak da aslında farklı kavramlardır. Güneş ışığını retina aracılığıyla, sesleri de kulağın içindeki saç hücreleriyle alırız. Kişi aldığı iç ve dış uyarıcıları bu alıcılar sayesinde tutar.
Yani duyu algılama sürecinin ilk evresidir ve beş duyumuz tarafından yürütülür. Algı ise bir sonraki adımdır. Beynin duyularla edindiği bilgiyi yorumladığı ve anlamlandırdığı psikolojik ve biyolojik süreç algılamadır.
Semptom – Belirti
Her iki kavram da psikopatolojinin göstergeleri olsa da semptom daha öznel iken belirti çoğunlukla nesneldir. Hasta semptomlarını kendi bakış açısıyla ve anladığı kadarıyla anlatır ve sıralar. Örneğin, uyuşukluk, ağrı, kaslarda güçsüzlük ya da baş dönmesi gibi.
Ancak, belirti tıbbi uzmanların doğru psikofiziksel incelemeleri sonucunda tespit edilir. Bunlara yüksek ateş, ödem, psikomotor gerileme ya da sarılık gibi örnekler verebiliriz.
Psikolojinin bu kavramlarını yerinde kullanabilmek bazı şeyleri daha doğru anlamamıza ve açıklamamıza yardımcı olacaktır. Mutlu sonuca ulaşmak için beklemeye değer!
Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.