Sinemada Transseksüellik – "Glen ya da Glenda"dan "Danimarkalı Kız"a
Yazan ve doğrulayan psikolog Sergio De Dios González
Transseksüellik uzun süredir tartışılmayan ve hakkında konuşulması yasaklı olan konulardan biridir. Normalleştirilmesi trans bireyler için zorlu ve yavaş gelişen bir süreçtir. Homoseksüellere karşı olan önyargılar gün geçtikçe azalmıştır. Bugün birçok insan sevginin fiziksel olmanın ötesinde olduğunun bilincinde. Çoğu ülke eşcinsel evliliğine de onay vermektedir.
Fakat homoseksüellik için destekler ve savunmalar hala gerekli. Önyargı hala hâkim ve homoseksüel ya da biseksüel bireylere yapılan saldırı ve şiddet haberlerini hala duyuyoruz. Peki ya trans bireyler? Toplumda bu konuda köklü bir damgalama mevcut. Trans birey olmak kimse için kolay değil. Homoseksüel bireylerin çoğunlukta olduğu toplumlarda bile bu damgalama hala varlığını sürdürüyor.
“Birini sevmek hayat boyu sürecek bir romantizmdir.”
– Oscar Wilde
İnanması güç olsa da günümüzde hala bireylerinden biri transseksüel olduğu için yaşadığı yerden başka bir yere taşınmak zorunda olan aileler var. Hala bazı insanlar bu sebeple bazı işlere kabul edilmiyorlar. En korkutucu olanı ise ailelerin çocuklarını olduğu gibi kabul etmemeleri.
Gerçek şu ki transseksüellerin medyadaki görünürlükleri oldukça sınırlı. Haberlerin çoğu sadece saldırı ya da şiddetle alakalı. Filmlerde ise gülünç bir taklit şeklinde karşımıza çıkıyor.
Filmlerde ya da televizyonda çoğu transseksüel karakterin ikincil rolü bulunuyor. Genellikle hayat kadını rolü ya da gülünç rollerle izleyici karşısına çıkıyorlar. Bir erkeğin bir kadınla yatması ve kadının sonradan transseksüel olduğunun anlaşılması gibi gülünç sahnelere rastlamak çok mümkün.
“Glen Ya Da Glenda” medyada ilk adım
1952 yılında Christine Jorgensen ilk başarılı cinsiyet değiştirme ameliyatını geçirmesinden ötürü Amerikan medyasında büyük ölçüde yer almıştır. Bu durum Glen ya da Glenda filmine konu olmuştur. Tüm zamanların en başarısız film yönetmeni olarak bilinen Ed Wood bu filmi yönetmiştir. Günümüzde Ed Wood bir kült film yapımcısı olarak değerlendirilir. Filmleri düşük bütçelidir ve üzerine çeşitli çalışmalar yürütülmektedir. Tim Burton bile onun hakkında bir film çekmiştir.
“Herkesin içinde iki cinsiyetten de farklı derecelerde bulunur. Ben bir erkekten çok bir kadınım.”
– Christine Jorgensen
Glen ya da Glenda filmi Wood’un başrolünü oynadığı ona yakışır bir filmdir. Sayısız hata ve arşiv çekimlerinden kopyalanmış görüntüler bulundurur. Kısacası tarihin en kötü yönetmenlerinden birinin filmidir fakat döneminin ilki olmuştur.
Glen ya da Glenda filminde Wood transvestizmden bahseder. Yönetmen olarak kendisinin de yaptığı gibi karşı cins gibi giyinmekten hoşlanan heteroseksüel bir karakteri canlandırır. Karakterlerden biri de cinsiyet değiştirme ameliyatı geçirir.
Film transseksüellik ve transvestizm arasındaki farkı ve bir heteroseksüelin de transvestist olabileceğini anlatır. Sorun Filmin 1953 yılında yayınlanması ve o yıllarda transseksüellik ve transvestizmin hastalık olarak görülmesidir. Wood bunu filminde konu olarak ele alır. Yıllar sonra Todo Sobre Mi Madre (Annem Hakkında Her Şey), Sınırsızlar Kulübü gibi filmlerde ve Priscilla’nın Maceraları, Çölün Kraliçesi gibi müzikallerde benzer örnekleri görülmüştür.
Çizgilerin dışına çıkmak: Danimarkalı Kız
Danimarkalı kız bize gerçek bir karakteri anlatır, Lili Elbe. Fakat her uyarlamada olduğu gibi hikâye değiştirilmiştir. Lili Elbe cinsiyet değiştirme ameliyatı geçiren ilk kişidir. Cinsiyet değiştirmeden önceki adı Einar’dır. Bir ressamdır ve başka bir ressam olan Gerda Wegener ile evlidir.
Lili birçok sorunla karşılaşmıştır. Olay 1920 ve 1930’larda geçmektedir ve onun durumundakilere hastaymış gibi davranılıp elektroşok terapisi uygulamaları bile yapılmıştır. Fakat o birçok estetik ameliyatı ve hatta rahim nakli gerçekleştirebilecek Alman bir doktor bulmuştur. O zamanlar için bu, deneysel bir ameliyattır.
Danimarkalı Kız’da bu değişime tanık oluruz. Eddie Redmayne Lili ve Einarı canlandırırken Alicia Vikander Gerda’yı canlandırmaktadır. Film çok özenle yapılmıştır ve bizi o zamana götürür. Fotoğraflar şairane bir atmosfer yaratır.
Eleştirmenler filmde konunun zayıflatıldığını düşünmüş ve filmi çok dramatik bulmuşlardır. Fakat gerçek şu ki Danimarkalı Kız filmi gerekli bir filmdir. Redmayne ve Vikander’in yorumları bizi etkiler ve transseksüelliği daha doğal ve yoğun bir bakış açısı ile ele alır.
Her şey bir oyunla başlar. Einar Gerda’nın resmi için orijinal olanın yerine geçmek üzere kadın bir model olarak poz verir. Başta ikisi de keyif alır fakat bu durum maskülen görünüşü altında Lili’nin saklı olduğunu düşünen Einar’da bazı duyguları uyandırır. Gerda’nın Lili olarak çizdiği Einar’ın resmi oldukça başarılıdır.
Çocukluk döneminde Einar bir homoseksüellik tecrübesi yaşamış fakat bunu gizlemiştir. Lili Einar’ın vücudunda kilitli kalmış bir biçimde yaşamıştır. Lili Gerda’nın portrelerinde saklıdır. Einar orada Lili’nin yansımasını görür. Fakat aynaya baktığında görüntü tamamen kaybolur.
Filozof ve psikoanalist Jacques Lacan aynayı evresini bize kişinin kendini tanıdığı bir evre olarak anlatıyor. Bebekken vücudumuzu parça parça tanırız. Bir kol, bir bacak ve bir el gibi. Kendimizi tanıdığımız zaman tüm vücudumuzu görmemizle başlar. Einar henüz kendini tanıyamamıştır ve ayna bunun için yardımcı olamaz. Çizimler onun kendini tanımasını sağlar.
Sahnelerden birinde Einar çığlak bir şekilde aynaya bakar ve kendini tanıyamaz. Bu sahne filmin en dramatik sahnelerinden biridir. Einar cinsel organını bacaklarının arasına saklar çünkü kendine ait değilmiş gibi düşünür. O bir erkeklik sembolüdür fakat o bir erkek değil bir kadındır.
Buna benzer bir şey Einar bir geneleve girdiğinde de yaşanır. Erkekler kapı deliğinden hayat kadınlarını izlemektedir. Einar baktığı kadınlardan birinde kendini görmüş gibi yapar çünkü ona göre o vücut Einar’a ait olmalıdır.
Transseksüelliğe ek olarak Danimarkalı Kız aşk temasını da anlatır. Gerda’nın Lili’yi nasıl kabul ettiğine tanık oluruz. İlk başta Gerda kocasına ne olduğunu anlamakta zorluk yaşar, ona göre kocasının öldüğünü varsaymak zor gelir. Fakat aşkı önyargılarından büyüktür ve sonuna kadar Lili’nin yanında kalır. Bu aşamadan sonra aşkları daha romantik olmaktan uzak olsa da yine de birbirlerini sevmeye devam ederler. Bu bakış açısıyla sinema bu tip hikayeleri işleyerek bir seyircilere insanlık için bir iyilik yapar.
“Dün gece en güzel rüyayı gördüm. Annemin kollarında bir bebektim. Bana baktı ve Lili diye seslendi.”
– Danimarkalı Kız
Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.