El Bar (Bar): İnsan Doğasının Absürtlüğü
Yazan ve doğrulayan psikolog Gema Sánchez Cuevas
Bilbaolu film yapımcısı Álex de la Iglesia’nın son iki filmi birbirine yakın zamanlarda vizyona girdi. El Bar ve Perfetti Sconosciuti 2017 yılında gösterimini yapmış olsa da yarattığı etkiler farklı oldu. El Bar daha mütevazı bir kar yapmışken, diğeri en çok kar getiren filmiydi. Belki de başka bir filmden uyarlama olan bu hikayenin konusu, daha tuhaf bir konusu olan El Bar filmine göre izleyicinin daha çok ilgisini çekti.
Sıra dışı olaylar çoğu zaman etkileyici ama bir o kadar da absürt olabiliyor. Benim şahsi fikrime göre, El Bar ilginç bir konuya sahip, oldukça keyifli ve eğlenceli bir film. Ancak, takip etmesi yorucu olabiliyor.
Olay örgüsü
Madrid’de normal bir sabahtır ve bir grup insan barda kahvaltı etmektedir. Buranın devamlı müşterileri birbirini tanıyordur, onlar dışındakiler sadece o saatte orada bulunan kişilerdir. Aniden rutini bölen bir trajedi yaşanır: barın dışında bir adam vurulmuştur ve ölü bulunur. Kentte her zamanki kaosun yerine terk edilmiş bir ortam havası hüküm sürüyordur ve karakterler barın içinde mahsur kalmıştır.
El Bar oldukça ilginç bir olay örgüsüne sahip ve karakterleri toplumun bir yansıması olarak güzel işliyor. De la Iglesia, maskenin ardındaki gerçeği yani toplum içindeyken arkasına saklandığımız maskelerin tabiatını gözler önüne sermekte oldukça başarılı.
Bar: non-place (yer-dışı/yer-olmayan)
Filmde gördüğümüz barın diğer barlardan farklı bir özelliği yoktur. Bulunduğu bölgede yaşayan insanların her sabah kahvaltı yaptığı yerel bir bardır. Bazıları içinse (Elena gibi) asla adımını atmayacağı bir bardır. Bu alelade, belli sınırları olan bir mekanda filme hayat veren unsurun karakterler olduğunu görüyoruz.
Marc Augé “non-place” terimini ortaya atan antropologdur. Peki bu kavram ne anlama geliyor? Augé kişiliğimizi göstermek zorunda kalmadığımız otoyol, otel odası, uçak gibi geçici olarak bulunduğumuz yerleri non-place olarak tanımlar. Bu tarz yerlerde anonimlik vardır, başkalarıyla herhangi bir iletişim veya anlamlı ilişkiler kurmadan çok kısa vakit geçirdiğimiz yerlerdir.
Non-place antropolojik yer kavramının tam tersidir; çok kalmadan geçip gidilir, kimlik yoktur. Modern toplum için can sıkıcıdır. Bir yerin non-place olması elbette kişiye göre değişir. Bu, kişinin yüklediği anlamla ilgilidir.
Mekan olarak bar
Bu bar keşmekeş şehir ortamında non-place bir yerdir. Ayrıca birçok kişi için anonimlerin yeridir. Bu barda Elena ile tanışıyoruz. Elena telefonunu şarj etmek için bara giren genç bir kadındır. Bir de her gün kumar makinesiyle oynamak için gelen barın devamlı müşterisi Trini vardır.
Elena ve Trini bu küçük barda mahsur kalanlardan sadece ikisi, toplamda sekiz karakter var. Álex de la Iglesia önceki filmlerinde olduğu gibi yine klostrofobi konusunu işlemedeki hünerlerini gösteriyor. Genelde insanları bir alana sıkıştırıp sıra dışı olayların içine sürüklemeyi sever. Örneğin, La Comunidad (Halkımız Avanta Peşinde) ya da Mi Gran Noche (Büyük Gecem) filmlerinde de bunu görebiliriz.
Toplumu temsil eden bir grup insan
El Bar modern İspanya’nın bir yansımasıdır. Sekiz karakterin hepsi birbirinden farklıdır: bir evsiz, kendine güveni son derece düşük genç bir kadın, orta yaşlı biri, kumar problemi olan normal görünümlü bir kadın, bir hipster, alkolik olmasından dolayı işinden kovulan eski bir polis bunlardan birkaçı.
Durum daha vahim hale geldikçe karakterler gerçek yüzünü göstermeye başlar. İspanyol filozof Eugenio Trías Felsefe ve Festival adlı eserinde de bu konuları işler. Trías’a göre hepimiz geleneklere, toplumun bize biçtiği rollere göre davranıyoruz. Ancak birçok role sahibiz ve her durumda aynı davranmıyoruz. Her zaman aynı imajı göstermiyoruz.
İşte filmin en çok hakkı verilmesi gereken yanı da tam olarak bu. Örneğin, Elena’nın telefonda arkadaşıyla konuşurken farklı, barda tamamen farklı şekilde konuştuğunu görüyoruz. Aynı şekilde, tüm karakterler belli bir ikilem içindedir: göstermek istedikleri imaj ve başkalarından gizledikleri sırlar.
Maskeler düşüyor
Bu maskeli balo dünyamızın, hep gittiğimiz barların, binbir türlü insanın bulunduğu modern şehirlerin bir temsili. İlginçtir ki kişiliği aynı kalan tek karakter evsiz adam Israel’dir. Herşeyden önce Israel, sanki diğerleriyle aynı dünyada yaşamıyormuş gibidir. Birçok problemle baş etmiştir ama bizi hiç kandırmaya çalışmayan bir adamdır.
Durum çaresiz bir hal alınca tüm karakterler kendi hayatlarını kurtarmaya bakar. Olayların ortasında “her koyun kendi bacağından asılır” felsefesi devreye girer ve herkesin maskesi birer birer düşer.
Bu, dünyamızı etkisi altına alan iki yüzlülüğü yansıtır. Ancak Israel maskesini çıkarmaz, en azından diğerleri kadar bir maskesi yoktur. Neden mi? Sebebi basit, Israel kimseyi memnun etmeye çalışmıyor. Yani kendini olduğundan farklı bir şekilde göstermiyor.
Sonuç
En çok dışladıklarımız aslında aramızda en özgün olanlar mı? Israel zaten umutsuz bir durumda, zaten her gün yaşam mücadelesi vererek yaşıyor. Bu yüzden zaten toplumdan dışlandığı için maske takmaya da gerek duymaz.
Eskatoloj, komedi ve trajedi arasında El Bar insanları en çıplak haliyle görmemizi sağlıyor. Bu film izleyiciye, hayatta kalma mücadelesinin ahlak ve sosyal normlardan üstün geldiği bir ortam tasarlıyor. Karakterler maskelerini çıkardığında en kötü yüzlerini görüyoruz.
“Arzularınızı azaltın, canlarım, ve işte insan doğasına hükmettiniz.”
– Charles Dickens
Tüm alıntı yapılan kaynaklar, kalitelerini, güvenilirliklerini, güncelliklerini ve geçerliliklerini sağlamak için ekibimiz tarafından derinlemesine incelendi. Bu makalenin bibliyografisi güvenilir ve akademik veya bilimsel doğruluğa sahip olarak kabul edildi.
- Augé, M., (2009): Los no lugares: espacios del anonimato. Antropología sobre modernidad. Barcelona, Gedisa.
- Trías, E. (1984): Filosofía y Carnaval y otros textos afines. Barcelona, Anagrama.
Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.