Aklımızda Pusuya Yatmış Canavarlar
Yazan ve doğrulayan psikolog Sergio De Dios González
Çocukken, canavarların sadece masallarda var olduğunu söylediler bize. Kimse bunların gün ışığında etrafımızda dolaşan gerçek insanlar olduklarını söylemedi. Mesela, sizi önce kendinizden geçirip ardından istismar ederek öz saygınızı yok eden kişiler. Çocuklarına sevgiyi çok gören ebeveynler gibi. Ve masum canları alan terörist ya da gereksiz bir savaş başlatan siyasetçiler gibi.
Hepimizin bildiği tek bir şey varsa o da kelimelerin önemli olduğudur. Her zaman tam olarak doğru olmayan etiketler oluştururlar. Örneğin, “canavar” teriminin hem kurgusal hem de gerçek bir çağrışımı vardır. Bununla birlikte, bize göre açıklanamaz ve saf kötülükten kaynaklanan eylemleri tarif etmek için kullanabiliyor.
“Canavarlarla dövüşen kişi, onlardan birine dönüşmemeye dikkat etmelidir.”
– Nietzsche
Ancak bu kavramın bilimsel bir temeli olmadığı söylenmelidir. “Kötü bir insan veya canavarla nasıl mülakat yapılır” başlıklı bir ders kitabı bulunmamaktadır. Onları tanımlamamıza yardımcı olan el kitapları da yok. Ancak şunu kabul edelim ki “insanlık” kavramımızdan tamamen yoksun gibi görünen davranışları tanımlarken bu kelimeyi kullanmamak neredeyse imkansız.
Ceza psikolojisi uzmanları, “canavar” teriminin ilk defa 1790 senesinde Londra’da bir suçluyu tanımlamak amacıyla polis tarafından kullanıldığını, 1790’da Londra’da olduğunu söylüyorlar. Yetkililer, daha önce hiç karşılaşmadıkları bir katili arıyorlardı. Yaklaşık iki yıldır Londra mahallelerinde korku ekmiş olan sapkın ve akıl almaz bir bir suçluyydu bu. Tabii ki, Karındeşen Jack’ten söz ediyoruz.
Etten ve kemikten canavarlar, insanlıktan yoksun kişiler
“Canavar” kelimesi hala orijinal anlamını koruyor. Doğaüstü olan şey, bize zarar vermek için kötülükle birleşmiştir. Dolayısıyla, bu terimi birisine uyguladığımızda aslında o kişiyi tüm insani özelliklerinden sıyırmış oluruz.
Makalenin başında, bu kelimenin arkasında hiçbir bilimsel temeli olmayan basit bir etiketten başka bir şey olmadığını söyledik. Bununla birlikte, suç profillerini oluştururken bazı uzmanlar bu hataya düşmüştür. Bir örnek, Birleşik Devletlerde, 1970’lerdeki Ted Bundy vakasıdır.
Suç dünyasında, Bundy tarihteki en acımasız seri katil olarak bilinir. Sorgularında 100 kadını öldürdüğünü söylemiştir. Yetkililer, kurbanlarının yalnızca 36’sını buldukları halde, soğuk zalimliğinden dolayı ona inandılar.
Bundy görünüşte parlak ve hayranlık uyandıran biriydi. Hukuk ve Psikoloji mezunu, gelecek vaat eden bir politikacı ve toplumsal aktivitelerde etkin biri Bir kazananın, başarılı bir gelecek vaat eden birinin mükemmel bir örneği gibi görünüyordu.
Ancak onlarca üniversite öğrencisinin ortadan kaybolmasından sonra, Ted Bundy’nin anlaşılması imkansız olan bu ve diğer pek çok barbarca eylemin arkasında olduğu keşfedildi. Otoritelerin ağzını açık bırakan acımasız cinayetler. Onu sadece “işlediği zulümler yüzünden değil, uygulanan farklı psikolojik testlerin karmaşık sonuçları nedeniyle de “ canavar ”olarak etiketlediler.
Testler sonrasında Bundy’nin bir psikotik ya da uyuşturucu bağımlısı ve alkolik olmadığı sonucuna varıldı. Beyin hasarı geçirmemişti ve herhangi bir psikiyatrik hastalıktan da muzdarip değildi. Ted Bundy sadece kötülük yapmaktan zevk alıyordu.
Canavarların yaşadığı başka bir yer var – aklımız
Dünyamızın bazen, Yaşlı Brueghel’in rahatsız edici resimlerine benzediğini biliyoruz. Resimlerinde kötülük; kalabalıkların gündelik hayatında, şehirdeki insanların söylentilerinde ve arka sokaklarda saklı. Ancak bize zarar verebilecek canavarlar sadece çevremizde yaşamaz. Sıklıkla gittikleri yer bizim kendi aklımızdır.
Bazen korku, duygularımız ve düşüncelerimiz bizi çok karanlık bir yerde hapsedebilir. Kendi iblislerimiz tarafından kaybettiğimiz ve boğulduğumuz bir yerdir bu. Kişinin kendi canavarlarıyla temas ettiği yolculuğu mükemmel bir şekilde temsil etmeyi başaran yazarlar var. Onları tanımak, yenmek ve zincirlerinden arınmış olarak su yüzüne geri çıkmak istiyorlar.
Dante, İlahi Komedi’de Virgil’le bunu yapar, Lewis Carroll Alice’le ve Maurice Sendak ise Arkadaşım Canavar’da Max ile bunu başarmıştır..
Sendak’ın kitabı çocuk edebiyatında küçük bir mücevher. Onun hikayesi, yaşımıza ve geçmişimize bakılmaksızın birçok farklı konuda düşünmeye bizi davet ediyor. Bir noktada herkes, canavarların bizi tuhaf yerlere sürüklediği “iç pençelerin” kurbanı olabilir.
“Max, kurt kostümünü giydiğinde yaramaz olmanın bastırılamaz bir arzusunu hissetti. Bunun üzerine annesi ona “CANAVAR” diye seslenince Max, “SENİ YİYECEĞİM!” diye cevap verdi.”
“Arkadaşım Canavar” – Maurice Sendak
Canavarların ülkesi
Bu kısa kitap, bir çocuğun elini tutarak bir yolculuk yapmamıza izin veriyor. Macera bize bazen içimizdeki en garip yaratıkların yaşadığı vahşi ve gerçeküstü krallığı ziyaret etmemiz gerektiğini hatırlatır. Ama bizi orada tutmasına izin vermemeliyiz, yanından geçip gitmeliyiz. Ama önce bağırmamız, kurallar olmadan oynayıp öfkelenmemiz, gülüp ağlamamız ve o canavarları kovmak için ne gerekiyorsa yapmamız gerek.
Ayak izlerimizi ve paslanmış taçlarımızı canavarların topraklarında bırakacağız ve tekrar yükseleceğiz. Karanlığa gömülmekle özgürleştiğimizi hissederek. Arındırılmış hissedip tekrar hayata döndüğümüze mutlu olarak, güçlenmiş olarak. Çünkü çocukken bize bahsedilen canavarlar gerçekten de var. Etrafımızdakileri, ”melek” kılığına girmiş canavarları her zaman kontrol edemeyiz. Ama zaman zaman aklımızda beliren canavarları korkutmaya yetecek kadar cesur olmalıyız.
Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.