En Derin Yaraları Keskin Bıçaklar Açmaz
En derin yaraları, keskin bıçaklar açmaz. En derinimize işleyen yaraların sebebi, sözler, yalanlar ve sahtekarlıklardır. Bunlar ilk bakışta görülmeyen, derimizi değil, yalnız kaldığımız özel anlarımızda gözyaşlarımız ile beraber içimizi kan ağlatan yaralardır.
Bu şekilde birer yarası olanlar, bir süre boyunca ortalıkta öylece, ruh gibi dolaşırlar. Daha sonradan, zaman o yaraları biraz iyileştirdikçe, insan, değiştiğini, hala kendini korumaya muhtaç olduğunu ve bazende yapabileceği en kötü hatayı yapmış olduğunu fark eder: kendini savunmak adına demirden bir duvar inşa etme. Bu duvar, güvensizlik çivileri, bazen öfke çekiçleri ve hatta dikenli tel örgüler ile inşa edilir. Kurulan savunma mekanizmalarının yegane amacı, bir kez daha incinmekten kaçınmaktır.
Bununla birlikte, kimse hayatını baştan sonra savunmacı bir hal içerisinde yaşayamaz. Kendi yalnızlığımızın limanlarında, mutluluğa hasret gurbetçiler olamayız. Acıyı gidermek, zorlayıcı ve vicdani bir iştir ve Jung’un da dediği gibi, bireyin kendine duyduğu saygısını düzeltmek için, kendisi ile temasa geçmesi gerekir.
Bu birliğin tekrar sağlanması, kimsenin kendi başına başaramayacağı bir iştir. Bu süreç, tıpkı ergenliğe adım attığımız zamanki gibi hassas bir yalnızlık hareketidir. Sadece yaşadıkları zorluklar ile cesaret dolu ve kararlı bir yürek ile yüzleşmeyi başarabilenler, o zehirli dikenlerin her tarafı sardığı ormandan çıkmayı başarabilirler. Her ne kadar, bu felaket senaryosundan canlı olarak çıkan kişi asla aynı insan olamasa da, daha güçlü bir birey olacağı kesindir.
İncinmiş bir aklın ilacı
Yaralı bir ruhun ilacı dengedir. Dengeyi kurmak, sizi inciten, üzerinize bir kabus gibi çöken her şeyden kurtulmak için kabullenmeye yönelik adımlar atmaktır. O yaralanmış, kırılgan cildinizi daha sağlamı, daha güzeli ile değiştirmek, yorgun kalbinize bir nefes alma imkanı sağlayacaktır. Bunu akılda tutarak, acınızın temelini beslemeye devam eden, görünmez köklerin olduğunu da unutmamalıyız. Bu kökler, yarayı iyileştirmekten daha ziyade, zarara davetiye çıkarılar.
Bu zayıf halinizden nefret etmek, mesela, bu durumu besleyen köklerden biridir. İçinde bulunduğu durumu reddeden, görünen zayıflığına tepki göstermekte olanlar da var. Bizler, savunmasız olmayı yasaklayan bir toplumda yaşamaya çalışan insanlarız.
Bununla birlikte, incinmiş bir akıl için ilaç, en kırılgan hallerinizi, incindiğinizi kabul edip, aynı zamanda huzuru ve mutluluğu hak ettiğinizi bilmektir. Burada önemli olan şey, kırık parçalarımızı, kendi sevgimizin ve başkalarının hainliklerine mahal vermeden, gücenmeden, darılmadan kabul edecek kadar kendimizi sevmektir.
Yaralı zihnimizi kötülükler ile beslemeye devam eden bir kök ise, ‘gücenme solucanıdır’. İster inanın ister inanmayın, bu duygu, aklımızı öyle bir ‘zehirler’ ki, düşünme şeklimizi değiştirme noktasına geliriz. Uzun süreli gücenmişlik hali, yaşama ve insanlara olan bakış açımızı değiştirir. Kimse bu kişisel kafesin içinde herhangi bir ilaç bulamaz.
Bu derin ve görünmez yaralar, varlığımızın en derin tabanında sonsuza dek yaşar. Bununla birlikte, iki seçeneğimiz var: ilki, yaşamımızın sonuna kadar bu acıya mahkum olmaktır. İkincisi ise, kendi savunmasızlığımızı kabul ve hissetmek için, ördüğümüz duvarları yıkmaktır. Ancak bu şekilde güçlü olmaya, öğrenmeye ve özgürlüğe çıkan geleceğe doğru adımlar atabiliriz.
Hepimiz biraz kırılganız ama hepimiz çok cesuruz
Hepimiz kırık parçalarımızı beraberimizde sürükleriz. Bu parçalarımız, hiç bir zaman bitirmeyi başaramadığımız bir yap-bozun parçalarıdır. Travmatik bir çocukluk, acı veren bir ilişki, sevilen bir kişinin kaybı … her geçen gün görünmez yaralarımızın ne olduğunu tam anlayamadan, bir diğeri ile karşılaşıyoruz. Her birimiz, bugün kim olduğumuzu şekillendiren kişisel savaşlar veriyoruz. Bu savaşlardan, cesaret ve haysiyetle çıkmak, bizi daha onurlu ve gururlu birer birey yapar. Gözlerimizin önünde, çok daha güzel varlıklar oluruz.
Kendimizi tekrardan bulma yeteneğine sahip olmalıyız. İçimizdeki kırık dökük yerler, kimliğimizi muhafaza ettiğimiz özümüzden, değerlerimizden ve benliğimizden uzaklaştırdı bizleri. Artık aynaya bakınca birbirini tanımayan ya da artık sevmeyi ya da sevilmeyi hak ettiğini düşünmeyen ruhlar gibiyiz.
Yaralarınızı cesaretle iyileştirmek için tavsiyeler
Japonca’da “Arigato zaishou” diye bir ifade vardır, tam olarak “teşekkür illüzyonu” olarak tercüme edilebilir. Ancak, çok uzun bir süre zarfında, kişisel gelişim alanında da gerçekten ilginç bir bakış açısının geliştirilmesine olanak sağladı. İnsanın acıyı, zor duyguları ve zorlukları bir ders haline dönüştürmesi gereken ince becerileri bize gösterdi.
Yeni umutlara yelken açmak için gözlerimizi açalım artık. Çünkü bu yaraların bize çektirdiği işkenceyi düşünmek, bizi bilgiden ve aklın yolundan tamamen uzaklaştırır.
Bunu başarmak için, duygularımızı, zaman zaman aynı çiviye vuran o çekice dönüşmesinden korumalıyız. Zamanla, çivinin açtığı delik biraz daha büyüyecektir.
Bu sık tekrarlanan acı düşüncelere, zor duygulara ya da suçlamaya son vermek şüphesiz ilk adım olur. Yine de, tüm dikkatimizi yarına odaklamak da iyidir.
Kendimizi, tek dostumuzun acı ve zorluklar olduğu o karanlık odada bulduğumuzda, bakış açımız körleşir ve geleceğimiz tükenip, gider. Adım adım, gün ışığına alışmamız gerekir. Gün ışığına, yeni umutlara, yeni fikirlere her geçen gün bir adım daha yaklaşırız.
Bu görünmez yaraların neden olduğu acı sarmalı ile, hayatımızın geri kalanını geçirmek de mümkün. Bununla birlikte, unutmayalım ki, bizler birer tohumuz. Tüm nefesimiz ve gücümüzle, en kötüsü, en dibini bile gördükten sonra ayağa kalkıp şunu deme kudretine sahibiz. “Arigato zaishou.”
Görseller: Miho Hirano
Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.