Sahip Olduklarınız Değil Kim Olduğunuz Sizi Tanımlar
Biri kendini genellikle şunları söylemeye başlayarak tanımlıyorsa “Ben…” Ben bir psikologum, aşçıyım, sevecen bir insanım, huysuzum… Ancak bu doğru değildir, hiç kimse özünde bir insan olmanın ötesinde başka bir şey değildir. Her kim kendini bu şekilde tanımlıyorsa kendiyle ilgili bir çok yönünü de unutuyor demektir.
Hiç kimse tamamen bir psikolog, aşçı, sevecen ya da huysuz değildir. Bunlar sadece zaman zaman hayatımızda gelişen ve bizi bütünüyle tanımlamayan belirli özelliklerimizdir.
“Bazen psikolog olarak çalışırım, diğer zamanlarda güzel yemekler hazırlarım, zaman zaman sevecenim ve arada sırada huysuz biri gibi davranırım” demek çok daha doğru olacaktır.
Bu şekilde, bahsettiğimiz parçamız benliğimizin tümünü oluşturuyormuş gibi göstererek kendimizi sergilememiş oluruz. Halbuki bunlar sadece, çok daha karmaşık olan bir bütünü oluşturan kişiye ait parçalardır.
Akılcı duygusal davranışçı terapinin babası Dr. Albert Ellis, “olmak” fiili yerine “sahip olmak” fiilini kullanmanın tercih edilmesi gerektiğini öğretti. Bunun sebebi sahiplik belirtmenin, kişinin bütününden ziyade belirli davranışlarını ve kendilerine özgü eylemlerini değerlendirmeyi içermesidir. “Karıma karşı öfkemi gösterdiğim zamanlar olmuştur” demekle “Karıma karşı tam bir aptalım” demek aynı şey değildir.
Kim kendini daha kötü hissedecektir? Tabii ki de kendisini bir bütün olarak değerlendiren kişinin özsaygısı, bir tavrın, niteliğin ya da sahipliğin kendini bir insan olarak tanımlamadığının farkında olan birinden daha düşük olacaktır.
Sizi tanımlayan şey ne?
Ellis’in iddia ettiği koşulsuz kabullenişe göre insanlar, dışarıdan görünen lüzumsuz ya da kolay değişen yönlerimizin işlevini tanımlama tuzağına, fizik, şöhret, başarı, para ya da statü söz konusu olduğunda düştükleri kadar düşmüyorlar. Tam tersi, insanlar bütün bunlardan bağımsız şekilde sadece bir insan olarak kendilerini kabul etmeyi ve koşulsuzca sevmeyi öğrenmeli.
Ellis’e göre bir insanın değerini ölçmek mümkün olmadığı için tüm insanlar nitelikleri ya da kusurları fark etmeksizin aynı değere sahiptir. Bunu ölçecek hiçbir kural olmasa da maalesef ki kültürümüz, bir insanın belirli özelliklerine ya da sahip olduklarına bakarak değerinin az ya da çok olduğuna karar veriyor.
Bu, başkalarıyla absürt karşılaştırmalar yapmaya yol açmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Mutluluğumuzu sahip olmamız ve olmamamız gereken şeylere dayandırdığımızda özsaygımız düşecektir. Bu koşulsuz kabullenişin olmamasından kaynaklanan birçok hastalık sayabiliriz!
Birinin başka bir kişiye kıyasla profesyonel başarıdan çok daha fazlasını elde ettiğini düşünün. Bu kişi profesyonel başarıyı o kadar önemsiyordur ki işi, hayatının küçük bir kısmını kaplamasına rağmen kendini tamamen bununla tanımlıyordur.
Elbette ki soracak olursak, “Hiçbir değerim yok,” “Ona hiçbir zaman sahip olamayacağım,” “Hayatta önemli biri olamadım, işe yaramazın tekiyim” gibi mantıksız düşüncelerle karşılaşmak mümkün.
Bu kişi çok mutsuz hissedeceği için tabi ki de havlu atacak, istediği şey için mücadele etmeyi bırakacak ve düşük özsaygısı olduğunu doğrulayacaklar.
Kendini böyle bir koşul olmadan sevmiş olsaydı aynı şey yaşanmazdı. Yani eğer daha mantıklı düşünseydi “Bunu başarmadım ama hayatta yapacak başka önemli şeylerim de var,” “Benden daha başarılı olan biri var diye ben işe yaramaz olmuyorum,” “Benim bir insan olarak değerim profesyonel başarılarıma göre belirlenemez” diye düşünürdü.
Kendinizin değerini ölçtükçe başkalarınınkini de ölçersiniz
Kendimizi olması gerektiği şekilde koşulsuzca kabulleniyorsak diğerlerini de koşulsuz olarak kabullenmeliyiz. Bunun anahtarı değer yükleyip kaldırmamaktır, tanıştığımız kişi kim olursa olsun: çirkin, akıllı, ünlü ya da fakir biri olabilir. Herkesin değeri eşittir.
Bu, diğerleriyle olan ilişkilerimizi geliştirmemizi sağladığı için çok önemli bir noktadır. İnsanları bu kadar yargılamadığımız, başkalarını yaptıkları işe göre değerlendirmediğimiz zaman bunu kendimize de yapmayız; bu da bizi, zaman zaman içimizden gelen büyük baskılardan kurtararak özgür bırakır.
Başkalarıyla uygulayabileceğiniz stratejilerden bazıları şunlardır: çok talepkar olmamak ve insanları değiştirmek istememek, affetmek, hepimizin hata yapabileceğini anlamak, kişinin tek bir davranışının etkilerini evrensel şartlar üzerinden değerlendirip yargılamamak ve insanları yalnızca bizim gibi insan oldukları için sevmek.
Bu teknikler üzerinizde olumlu etkiler bırakır çünkü koşulsuzca kabullenme alışkanlığını edindirir ve başkalarına, kendinize ya da genel anlamda hayata karşı bu kadar talepkar olmazsınız. Bunların hepsi daha sağlıklı duygular geliştirmenizi sağlar. Ayrıca unutmayın ki kim olduğunuz sizi tanımlar sahip olduklarınızı değil…
Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.