Bizi Tanımlayan Söylediklerimiz Değil Yaptıklarımızdır
Çoğu zaman diğerlerinin davranışları ya da yaptıkları nedeniyle şaşkınlığa uğrar hatta kandırılırız. Genellikle bu bizim için bir “önce” ve “sonra” yaratır; eğer hayal kırıklığına uğrar ya da kandırılırsak, bunu kabullenmek bizim için zordur.
Böyle bir durum olduğunda, başka birinin yaptığı ya da söylediği bir şeyden bu kadar etkilenmemizin nedenini tam anlamıyla tanımlamak bizim için zor olabilir. Başından beri amaçlarının, söyledikleriyle gerçek niyetlerini gizlemek olup olmadığını merak ederiz.
Gerçek şu ki, insanların büyük bir çoğunluğu yaptıklarının ve söylediklerinin yarattığı etkiden bihaberdir, hepimiz bazı şeyleri yapma niyetimiz yokken düşünmeden sözler verip dururuz. Bu anlamsız davranışları uygularken fark etmeyiz, doğru olup olmadığını bir an bile düşünmeden sosyal açıdan kabul göreceğine inandığımız şeyleri söyleriz.
Söylediklerimiz değil, yaptıklarımız bizi anlatır
Ne olursa olsun, ne dediğimize dikkat etmeliyiz. Eski bir İspanyol deyimi “por la boca muere el pez” der, yani “balığı öldüren ağzıdır.” Sonumuzun balık gibi olmasını istemeyiz. Buradan şu dersi çıkarmalıyız, istediğimizi söyleyebiliriz ama gerçekten ne hissettiğimizi hiçbir zaman unutmamalı, söylediklerimizin arkasında durup duramayacağımızı bir gözden geçirmeliyiz.
Aslında söylediklerimiz tarafından tanımlanmamamız iyi bir şey sayılabilir çünkü eğer öyle olsa “gerçek olamayacak kadar güzel” türden hayali bir dünyada yaşıyor olurduk. Başka bir deyişle, sahte olduğu kadar mükemmel olurdu.
Hepimiz mükemmel olsaydık ve dediğimiz her şeyi eksiksiz yapabiliyor olsaydık dünya çok sıkıcı bir yer olurdu, ancak bir orta yol bulmamız gerekiyor. Planlanmış ve doğaçlama arasında bir denge oluşturacak şekilde hareket edebilmeliyiz. Her zaman olabildiğince dürüst ve tutarlı olmaya çalışmalıyız, diğer insanlara söylediklerimizin zarar verici olmamasına ve özgünlüğümüzü zedelememesine dikkat etmeliyiz.
Tanıdık olmayan şeylerden korkmayın
“Bu kadar acı çektikten, bu kadar ihanet gördükten sonra ne öğrendin?”
“Her zaman gülümsemeyi öğrendim.” diye cevap verdim.
Bazen kafamızda bizi üzen insanlar için bir imaj yaratırız. Genelde insanlar, siyah ya da beyaz değildir, hayatın her anında pek çok rengin karışımından oluşurlar.
Cevap, kısmen, kendimizi başkalarının asla yapmayacakları şeyleri yapmalarını umarak cezalandırdığımız tüm beklentilerden ayırmada bulunur. Aslında, başkalarının bizim yapacağımız ya da isteyeceğimiz şekilde davranacağını varsaydığımızda tam olarak ne beklediğimizi biz de bilmeyiz.
Düşünmeden hareket eden varlıklarız…
Gerçek şu ki tutarlı olmak kolay değildir, her an duygularımızın gücü bizi kör edebilir. Bu her zaman var olan, sürekli bizi tehdit altında tutan bir olasılıktır.
Hiçbir zaman kendimizi kandırmamalıyız. Duygularımızı, en kötü anlarımızda onlara kapılıp ikna olmamamızı sağlayacak şekilde kontrol altında tutmaya çalışmalıyız.
Bu nedenle, kendimizi sözlerimizle değil, eylemlerimizle tanımlamamız gerekir. Karşımıza çıkan her durumu tam anlamıyla, tüm detaylarıyla değerlendirebilmeliyiz. Ne kendimiz ne de başkalarıyla ilgili hemen hayal kırıklığına uğramamalıyız.
Kendimizi cezalandırmamız gerekmiyor, aşırı derecede suçlu hissetmemiz gerekmiyor, ancak yalan söylemekten ve abartmaktan kaçınmamız gerekiyor. Başka bir deyişle, hata yapmak bir şeydir, sonuçta hepimiz insanız; ancak aldatmak başka bir şeydir. Bu ne kendimizde ne de başkalarında mazur göremeyeceğimiz bir şeydir.
Bu kötü deneyimlerden kendimizi korumanın en iyi yolu, beklentilerden ve kafamızı yarattığımız imajların etkisinden arınmaktır. Herkes iyi değildir ve kimse mükemmel değildir.
Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.