Yıllar İçinde Unuttuğumuz Şeyler ve Alınacak 3 Ders
Yazan ve doğrulayan psikolog Sergio De Dios González
Unutmak ilginç bir olgudur. Öğrencilik yıllarımızda çok iyi öğrendiğimiz gibi çoğu zaman anarşik, kaprisli ve neredeyse her zaman incelenmeye mecburdur. İçimizde sakladığımız duygu yüklü anılara da sadıktır. İlk defa sirke gittiğimiz gün gibi belli bir olayın anısı olabilir. Ya da farklı olayların, uyumadan önce şefkat ve sabırla bize anlatılmış bütün o masalların anısı olabilir. Çünkü hiçbir şey güzel hayaller kurmamıza iyi bir hikâye kadar yardımcı olamaz. Ancak zaman içinde bu anılar unuttuğumuz şeyler hâlini alır.
Zaman geçiyor. Büyükanne ve büyükbabalarımız, onların başardıklarını aşma çabalarımızı kaygıyla ama neşe de duyarak izlemekte. Onların gözünde hâlâ küçüğüz ama diğer yandan bizi kocaman devler olarak da görüyorlar. Bütün evi kolaçan edip bir kalem arıyorlar çünkü bugün düne göre biraz daha uzun olduğumuzun kanıtı olarak duvarı işaretlemek istiyorlar.
Cennete giden yolda sabrın genellikle dürtülerimizden çok daha fazla ödül getireceğini öğreniriz. Hayatın çok güzel olabileceğini biliyoruz, ama aynı zamanda her köşede sürprizler de barındırıyor. Gökyüzünün nasıl bulutlarla kaplandığını görüyoruz, yağmur yağıyor ve güneş yeniden parlıyor. Ayrıca doğanın bir döngü meselesi olduğunu ve yaşadığımız süreçlerin çoğunun da aynı şekilde çalıştığını anlıyoruz. Kralların masallarda var olduğunu, aslında bunların ebeveynlerimiz olduğunu ve ebeveynlerin hata yapabileceğini öğreniyoruz. Ne var ki onların bizi sevme şekli kadar güzel bir şeyi nadiren bulabiliriz.
Fakat sadece öğrenmekle kalmıyoruz, aynı zamanda önemli fikirleri de unutmaya başlıyoruz. Öyleyse, isterseniz unutmak diyarında biraz dolaşalım. Burada neler bulabileceğimizi bir görelim!
Müzakere etmeyi unutuyoruz
Çocuklar harika birer müzakerecidir. Bundan emin olabilirsiniz. Onlar için inkâr, müzakerenin temel ilkesidir. İnatçıdırlar, kararlıdırlar ve kendi potansiyellerine inanırlar. Kullanabilecekleri çok fazla silahları olduğunu bilirler. Bunlardan ilki istedikleri şeyi doğru zamanda söylemektir. Anne babaları mutlu ya da daha rahatken ya da anne babaları yorgun veya direniş güçleri düşükken bunu yaparlar. Ayrıca ebeveynleri önemli bir şeyle uğraşırken ve öncelikleri müzakereyi olabildiğince çabuk sonuca ulaştırmak olduğunda işe koyulular.
İkinci silahları ise ısrar etmektir. HAYIR mı dedin? Sana bugüne kadar gördüğün en güzel yavru köpek bakışını yapacağım. Hâlâ hayır mı diyorsun? Herhalde yüzüme iyi bakmadın. Bana bak! Hâlâ tavrını değiştirmedin mi? Peki, o zaman sana bir teklifim var. İstediğim şeyi şimdi yaparsan, bütün gün uslu olacağıma söz veriyorum. Hâlâ sonuç yok mu? Bu meseleyi gerektirdiği ciddiyetle ele alana kadar burada, sokağın ortasında duracağım.
Tamam, şimdi sinirlenmeye başlıyorsun. Bu durum hiç hoşuna gitmiyor. Ben de istediğim şeyi alamadığımda hiç mutlu olmadığımı bilmeni istiyorum. Beni çekip yürütmeye çalışırsan, direnirim ve kendimi yere atmak gibi senin kullanamayacağın stratejileri kullanmaya başlarım. İyice gerildin çünkü herkes bize bakıyor. Tamam, tamam, öğleden sonra beni parka götürmemekle tehdit edersen, kalkacağım. Ama önce beni dinle. Şimdi istediğim şeyi vermedin ama bu öğleden sonra parka gideceğimize söz veriyorsun, değil mi? Elbette yavru köpek gözlerimle bakarak söylüyorum bunları.
Yetişkinler olarak, ısrar etmeye olan doğal eğilimimizi kaybederiz. Özellikle de gerçeklik değil ama diğer insnalar bize olumsuz bir cevap verdiğinde. Bazen korku ve bazen de rahatlık engeller olarak karşımıza çıkar ve halihazırda sahip olduğumuz cevaplarla yetinmemize neden olur. Arzularımızı, unutmak ülkesine göndermemize yol açarlar.
Bilmediğimiz bir şeyi sormayı unutuyoruz
Büyüdükçe, kendimize ait bir görüntü oluşturuyoruz. Başkalarının bizi nasıl gördüğünü kesin olarak bilmiyoruz, ama biz bunu hissedebiliyoruz. Öte yandan, yansıttığımız görüntüye dahil etmek istemeyeceğimiz bazı özellikler var. Bizler birer yalancı ya da manipülatör değiliz. Kibirli değiliz. Elbette, cahil de değiliz. Ya da en azından diğer insanlardan daha cahil değiliz.
Tutumumuz, yaşamımızdaki bilgi ve sosyal desteğin çarpım faktörü gibi görünse de, bilginin kendisinin en önemli şey olduğu çok uzak olmayan bir geçmiş vardı. Örneğin, işe alım konusunda bir şirket için dikkate alınması gereken tek şey bilgi idi. Yani, cahil görünmek iyi bir fikir değildi.
Peki çocuklar ne yapar? Durmadan soru sorarlar. Konunun hassas, ilginç ya da önemsiz olması fark etmez. Nasıl, neden, hangi sebepten dolayı diye sorarlar, bir şeyin kökenini veya hangi sonuçları getireceğini bilmek isterler. Tıpkı kalbimizin derinliklerinde bizim de bilmek istediğimiz gibi. Fakat bizden farklı olarak, sordukları soruların imajlarını nasıl etkileyebileceğini anlamazlar. Onlar için bilgiye duydukları ilgi, imajlarından çok daha ağır basar. Yetişkinlerin genellikle unuttuğu bir hayranlıktır bu.
Ne düşündüğünüzü söylemeyi unutuyoruz
Saat dokuz. Varmak üzereyiz ve bacaklarımız biraz titremekte. Nasıl olacaklar? Bizi sevecekler mi? Daha iyi kıyafetler giymeliydik. Derin bir nefes alalım. Bir, iki, üç…
Kapıyı açan, gelinin annesidir. Bize gülümser, biz de ona gülümseriz. Bizi içeri buyur eder ve paspasa takılmamaya çalışırız. Bazı kibar sorular soruluyor ve biraz hoşbeşten sonra hiç de sevmediğimiz bir yemek sunuluyor. Hiç sevmiyoruz bu yemeği. Ne var ki “evin sepesiyalini” reddetmeye kim cesaret edebilir? Şefin çok iyi hazırladığı bir yemek. Gözlerimizi kapatıp yiyoruz.
Aynı durum ikinci ziyaretimizde de gerçekleşiyor. Ve bu sefer iki porsiyon yemek zorunda kalıyoruz . Tıpkı bu özel durum gibi hayatta kaba gözükmemek için çok zorlandığımız pek çok durum var. Sırf başkalarını incitmekten korktuğumuz için gerçek düşüncemizi paylaşmıyoruz.
Bir çocuk sevmediği bir duruma tahammül edemez. Düşündükleri şeyi unutmak diyarına göndermezler. Düşüncelerini unutmazlar. Yetişkin yaşamımıza ulaştığımızda doğal evrim, aynı davranışı ifade etmek olacaktır. Ancak frontal korteksin evrimi ve belirli toplumsal normların asimilasyonu sayesinde daha fazla öz denetimle bunu yaparız. Yani kimseyi kırmamaya dikkat ederiz. İşte bu yüzden unuttuğumuz şeyler içinde düşüncemizi paylaşmamak önemli bir yer tutar.
Yeni deneyimler yaşamayı unutuyoruz
Çocukluğun en önemli özelliği keşif zamanı olmasıdır. İlk kez yere bir nesne fırlatır ve daha sonra ne olduğunu gözlemleriz. İlk defa kendi başımıza yürür veya anne babamızın sıkı gözetimi olmaksızın bir arkadaşımızın evinde yatıya kalırız.
Bu ilk deneyimler, sadece bunları yaşamanın heyecanını getirmekle kalmaz, bunlar gerçekleşmeden önce hayallerini kurgulayarak hayal gücümüzü de besler. Bir çocuğun yeni bir şey deneme fırsatını nadiren kaçırdığını görürüz. Bir çocuğun merakı, zaten bildikleriyle yetinmenin rahatlığından çok daha güçlüdür. Üstelik, çocukların değişimden korktukları doğru olsa da aynı zamanda değişimi tutkuyla yaşadıkları da doğrudur. Sadece nadir durumlarda kendilerini gerçek bir tehlikeye sokarlar.
Değerlerinizi unuttuğunuz o kıymetli unutmak diyarı
Unuttuğumuz şeylerden biri de iyi şeyler söz konusu olduğunda bugünün yarından daha iyi olduğudur. Bu, genellikle yaşamın kesinliğinin bilincine vardığımızda yüzümüze çarpan bir fikirdir. Ölüme yakın insanlarda bunu görürüz. Bu anlamda çok çocuksu olurlar. Yalnızca yükümlülükler için değil, hayaller için de bu aciliyet hissini geri kazanırlar.
Buna ek olarak, çocukların başkalarında hayran oldukları şey hakkında açıkça konuşmak söz konusu olduğunda iyi olduklarını söyleyebiliriz. Bir şeyi yapamadıklarını kabul etmekten endişelenmezler. Ya da bir başkasının bir şeyi onlardan daha iyi yapabileceğini söylemekten de korkmazlar. Tabii ki, büyümeyi bekleyerek ve gelecekte daha iyi performans göstereceklerini söyleyerek bunu yaparlar. Son olarak, çoğu çocuğun kendi potansiyeline tükenmez bir inancı olduğunu söyleyebiliriz. Hayran oldukları şey olabileceklerine inanmaktan vazgeçmeleri için hiçbir sebepleri yoktur. İstedikleri şeyden vazgeçmeleri için sebep yoktur.
Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.