Suyun Sesi: Gerçek Canavarlar

Guillermo del Toro'nun yazdığı Suyun Sesi bize farklıklara saygı duymayı, dış görünüşten bağımsız olarak birini sevebileceğimizi anlatır.
Suyun Sesi: Gerçek Canavarlar
Gema Sánchez Cuevas

tarafından incelendi ve onaylandı. psikolog Gema Sánchez Cuevas.

Tarafından yazılmıştır Leah Padalino

Son Güncelleme: 22 Aralık, 2022

Oscar ödülleri gecesi, sinema dünyasında yılın en gösterişli olayıdır. 2018 yılında Suyun Sesi filmi Oscar gecesine damga vuran filmlerden biri olmuştur. Canavarlar çocukluk çağından bu yana Meksikalı film yapımcısı Guillermo del Toro’nun dikkatini çekmiştir. Canavarların etkisinden kurtulamayan film yapımcısı Guillermo del Toro, fantastik ögelerle gerçeği kendi özgü bir yolla, şiirsel bir dille, dış görünüşün her zaman aldatıcı olabileceğini filmlerinde anlatmasıyla tanınır.

Filmlerinde kullandığı dikkat çekici efektleriyle, bizi görsel olarak içine çekmeyi başarır. Suyun sesi filmi sadece görsel ve simgesel öğelerle bizi etkilemekle kalmaz, daha da ileri giderek, bir aşk hikayesinin fantastik dünyasına eşlik etmemizi sağlar. Günümüzde ihtiyacımız olan hikayeyi anlatır. Farklılıkları kucaklamaya ve sosyal engelleri kaldırmamız için bizi mücadele etmeye davet eder.

Suyun sesi, Güzel ve Çirkin’in günümüze uyarlanmış ve geliştirilmiş, bir türüdür. Çirkin’in insan formunda olması için bir sebebi yoktur. Güzel de bir prenses değildir. Fantastik bir film olmasına rağmen, Del Toro bizi 60’lara geri götürür. Bizi, gerçekçi ve yakınımızdakilere benzeyen figürlerle tanıştırır. Fanteziyi gerçeklikle karıştırma şekli ve izlediğimiz şeyin bize gerçekmiş gibi gelmesi, bizi içine çekmesi, ekranın arkasından bize aktardığı o sihir ve büyünün bir arada olma özelliği Suyun Sesi filmini 2018’in en unutulmaz filmlerden biri yapmıştır.

Suyun Sesi’ndeki ötekileştirme

Tarihin her zaman güçlü beyaz adamları, batılıları, zenginleri ve güçlüleri ödüllendirdiği görülür. Diğer kesim ise daha düşük bir seviyede kalmıştır. Kadınlar, eşcinseller, göçmenler, siyahlar… hepsi ikinci planda kalmış ve eşit haklara sahip olmaları zaman almıştır (hatta hala istenilen eşitliği elde edemediler).

Guillermo del Toro kendisini bu ötekileştirmenin bir parçası olarak tanımlar. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan bir Meksikalı olarak, ne kadar iyi bir film yapımcısı olursa olsun, bu göçmen etiketini üstünden atamamıştır.

Çocukluğundan itibaren kendi farklı, tuhaf biri olarak görmüştür. Fantastik dünyanın ve hayal gücünün etkisinde kalmak onu sinema dünyasının en üst noktasına taşımıştır. Sinema engelleri kaldırabilir (ya da o engelleri daha da güçlü hale getirir). Sinemanın dünyayı değiştirme gücü vardır. Topluma dostça bir ses tonuyla siyasi söylemleri aktarmasına yardımcı olur. Guillermo del Toro, Suyun Sesi filminde farklılığa saygı duymayı, farklılıkları kucaklamayı ve engelleri yıkmayı anlatır.

temizleyen kadınlar

Film, bizi 60’larda yalnız yaşayan ve yalnız yaşamasına rağmen mutlu görünen, her sabah işe gitmeden önce rutin alışkanlıklarını yaparak güne başlayan bir kadınla tanıştırarak başlar: yemeğini hazırlar, ayakkabılarını cilalar ve küvette mastürbasyon yapar.

Oldukça normal ve bir o kadar da, fantastik film dünyasıyla tamamen zıt karakterde doğallığın yüklü olduğu sahneler var. Eliza adlı bu kadın dilsiz ve öksüzdür, ancak bu onun özgürlüğünü kazanmasına engel olamamıştır. Eliza gizli bir devlet laboratuvarında temizlik yapmaktadır. Zelda adında Afro-Amerikan meslektaşıyla arkadaş olur.

Her iki kadın da laboratuvar hiyerarşisinde en düşük rütbeyi temsil eder. Çünkü kadınlardır ve ayrıca “pisliği temizlemek” onların işidir. Beyaz ve güçlü adamlar ise en yüksek basamağı işgal eden kişilerdir. Her iki kadına da değer vermezler. Çünkü, Eliza dilsizdir, Zelda ise Afro-Amerikan’dır. Bu ne yazık ki onları iyi bir statüye oturtmaz. Filmde onlarla birlikte Eliza’nın kedileriyle yaşayan eşcinsel ve eski bir sanatçı olan arkadaşı Giles’i görürüz.

Irkçılık, Homofobi, Cinsiyet Eşitsizliği

Bu üç karakter ötekileştirmenin bir yansımasıdır ve film boyunca yüzleşmeleri gereken oldukça rahatsız edici ve zor durumları görürüz: ırkçılık, homofobi, maçoluk …

Soğuk Savaş’ın ortasında ve uzayı keşfetmenin tepe noktasında, Amazon’da yakalanan ilginç bir canlı laboratuvara getirilir. Burada kendisine saygı duyurulur, tanrı gibi davranılır. Bu canlı, insana çok benzer özelliklere sahiptir, ancak o bir yüzergezerdir.

Eliza, yaratığı görecek ve ona karşı içinde bir zayıflık oluşacaktır. Eliza eksik bir insandır (konuşamaz) ve bu tuhaf yaratık önyargısız bir şekilde onu gözlemler. Konuşamadığının farkında değildir. İkisi arasında çok özel bir bağ oluşur.

Farklı olanı yadırgama

Bu garip canlı Rusların ve Amerikalıların hedefindedir. Ruslardan ve Amerikalılardan kötü muamele görür ve ileride geliştirecekleri çalışmalar için onu öldürmek isterler. Ancak Eliza, arkadaşları ve laboratuvarda çalışan bir Rus casusla birlikte onu kurtarmak için elinden gelen her şeyi yaparlar.

Bu durumda, kahramanlar ötekileştirilenler olurken, güçlüler ise gerçek canavarlar olur. Aslında bunların hepsi fantastik dünyanın ortasında anlatılan politik bir söylemdir. Ötekileştirmeyi yalnızca en gerçek karakterlerde görmeyiz. Yüzergezer adamda ötekileştirmenin içinde bir başka ötekileştirme yaşar. Eşi benzeri olmayan, farklı ve sonuç olarak işkence edilmiş bir varlıktır.

canavara bakan kadın

Aşkın Şekli

Film için seçilen renk aralığı bizi su dünyasına yakınlaştırır. Sabit yeşil ve mavi tonlarında soğuk renkler, sahne sanatlarından giysilere kadar her şey su etrafında döner.

Filmin kendi ismi tuhaftır. Çünkü suyun bir sesi yoktur ve aynı şey aşk için de geçerlidir. Del Toro filmde kullandığı birden fazla öğeyle, filmin isminin sevgiye bir gönderme olduğunu, şekilleri veya engelleri tanımayan bir aşkı betimlediğini göstermiştir.

Del Toro, filmi çocukluğunda izlediği Kara Lagün Canavarı’ndaki olaylar örgüsüne benzetir. Çocukluğunda bu film kafasına kazınmıştır. Ancak Kara Lagün Canavarı’nda canavar ve kızın ilişkisi birlikte bitmez.

Del Toro bunu bir yanlış olarak görmüştür. Kendisini canavarla özdeşleştirmiştir. Bu tuhaf ve farklı varlık tüm insanlar tarafından reddedilir. Del Toro’ya göre bu tarz aşk hikayeleri mutlu sonla bitmelidir. Aşkın engel tanımadığı ve her insanın kusurlarına rağmen sevilebileceği ve aşkın doyasıya yaşanması gerektiği anlatılmalıdır.

İşte bu anlayışla, Çirkin’in sevdiği kadın için insan ya da prens olmasına ihtiyaç duymadığı, aynı zamanda kadının da kraliyet ailesinden gelen, ulaşılması zor, olağanüstü güzelliği sahip bir kadın olması gerekmediği Suyun Sesi ortaya çıkar. Kadın, kendisi için savaşmalı, kendisini sevmelidir.

böceğe bakan kadın

Suyun Sesi’ndeki Canavarlar

Dış görünüşleri bir kenara bırakırsak, filmdeki en canavar karakter “canavarı” yakalayan Albay Richard’tır. Kendisi gibi olmayan herkesi küçümseyen, hırslı ve güçlü bir kişiliktir.

Filmde Zelda’yla canavar hakkında konuştuğu, çok anlamlı bir sahne vardır. Kendinde “Tanrı bizi kendi suretinde ve benzerliğinde yarattı” deme cesaretini bulurken, “canavara” bir saygı gösterilmemesi gerektiğini ima eder. Hatta bir hızını alamayıp Tanrı’nın Zelda’dan çok, kendisine benzediğini ima eder. Bu sözlerle ne kadar ırkçı biri olduğunu görüyoruz. Tanrı’nın siyahi bir kadından daha çok kendisi gibi beyaz bir erkeğe benzediğini ima etmiştir.

Burada gücünü kötüye kullanan aynı zamanda kadını küçümseyen, onu nesneleştiren, Eliza’ya cinsel tacizde bulunan ve hatta kendi karısına karşı oldukça otoriter olan bir adam görürüz. Richard, hiyerarşi konusunda çok nettir, önce beyaz erkekler, sonra kadınlar ve son olarak diğer şeyler gelir. Sizce burada gerçek canavar kim?

Suyun sesi diğer filmlerde rastlanılan trajik hikayelerden oldukça farklı olarak bizde umut verici bir his bırakır. Guillermo del Toro bize önyargıları bir kenara bırakarak, günümüzde çok ihtiyaç duyduğumuz aşkı farklılık ve ötekileşmeyle harmanlayarak bu fantastik filmin sesini dinlemeye çağırıyor.

O kadını düşündüğümde, aklıma gelen her şey, ben de şiir etkisi bırakır.


Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.