Logo image
Logo image

Ölümü Kabullenmeyi Nasıl Öğreniriz?

4 dakika
Ölümü Kabullenmeyi Nasıl Öğreniriz?
Son Güncelleme: 16 Nisan, 2018

Çok gariptir ki, hayatın en büyük gerçeği olan ölümü kabul etmek herkes için oldukça zordur. Her şeyden önce, hepimizin bir gün ölecek olması, dünyadaki en nihai gerçeklerden biridir. Kimse bu sondan kaçamayacak olsa da, birçok insan hayatının büyük bir kısmını bu gerçeği görmezden gelerek yaşıyor. Bu nedenle insanlar, ölümle bağlantılı herhangi bir konuşmadan veya sohbetten kaçınıyorlar.

Ancak bu durum her zaman bu şekilde olmak zorunda değil. Mesela antik Mısır’da ölüm günlük bir mesele gibiydi. Firavunlar ve asiller köleleriyle birlikte hayatlarını iyi bir şekilde geçirerek yaşamları boyunca kendilerini ölüme hazırlardı. Zamanın güçlü insanları, ölmeden önce büyük mezarlar inşa ettirirlerdi. Fiziksel olarak bedenin ölmesi durumunun, hayatı tümden sonlandıracağına inanmıyorlardı.

“Ölüm düşüncesi ile uykuya dal, hayatın kısa olduğunu düşünerek uyan.”


Eski Roma’da yaşayan insanların da ölüm fikri ile bağlantılı birçok geleneğe sahip olduğunu biliyoruz. Mesela bir Roma generali, büyük bir askeri başarı elde ettiği zaman, şehre onur kapısından girerdi. Şehirde yaşayan herkesin tezahüratı ve alkışı arasında yürürdü.

Ancak gerçek şu ki, bir köle mutlaka arkasında durur ve ona “memento mori” derdi, yani “unutma, bir gün öleceksin”. O kölenin bunu yapmasının nedeni o anı mahvetmek değildi aslında, sadece hatırlatmak istedikleri bir gerçek vardı: Hiçbir zafer, ölümden kaçmasını sağlayacak kadar büyük değildi. 

Ölüm, bir arzu ve amaç olarak

Orta Çağ, bilim tanımayan, dini anlamda gericiliğin hüküm sürdüğü zamanlardı. Dünya, Tanrı’nın yarattığı bir yer olarak görülüyordu ve dünyada olan her şey ilahi güçle bir bağlantı halindeydi. Ölüm, Tanrı’yla karşılaşmak için atılan bir adımdı. Dünyadaki hayat, sonsuz varoluşa giden yolun sadece bir başlangıcı olarak kabul ediliyordu.

Some figure

Bu dönemin düşünce yapısını en iyi anlatan sözler, Santa Teresa’ya ait olan “Vivo sin vitir en mi” isimli şiirde söyle geçiyor:

“Yaşarken, sanki yaşamıyor gibi…
Ölmeyi diliyorum,
çünkü ölemiyorum.”

Bu mısralar, ölümün arzu duyulan bir şey olduğunu gösteriyor. Ancak, insan hayatının bir sona ereceğinin gerçekliği ve bu gerçeğe inanmadaki başarısızlığımızı da görebiliyoruz. Nasıl anlatıldığının ya da aktarıldığının pek bir önemi yok. Ölüm olduğu gibi, tamamen kabullenilmiş. Ölümü, hakkında konuşulacak ya da hatırlanması gereken bir şey olarak yorumlamamışlar. Ölüm, sembolik bir anlamı olan ve yaşam boyunca adım adım hazırlanılması gereken bir durum olarak görülmüş.

Günümüzde ölümü kabul etmede zorluk yaşama

Bilim yıllar boyunca, birçok insanı hayal kırıklığına uğrattı. Bilim, insana ve evrene dair çoğu sırrı henüz keşfedebilmiş değil. Modern düşünce sistemi, bilime yeni bir hız kazandırdı. Bu modern zamanların başlangıç evrelerinde yaşamış olan Leonardo Da Vinci, ölü bedenler üzerinde otopsiler yapabilecek kadar cesurdu. Bu olayla birlikte, ölüm kavramı üzerinde etkiye sahip olan kutsal düşünceler ve gelenekler çatırdamaya başladı.

Some figure

Sonrasında ise, birçok büyük bilim insanı ve doktor ölümle savaşmaya başladı. Artık mesele dinden çıkmış, bilimsel bir gündem haline gelmişti. Bu nedenle, bu yeni bilgi kaynağının en büyük amacı yaşamı uzatmanın yollarını aramak oldu. Bu amaç, bugün de hala sürmektedir. İnsanın, evrim geçiren bir memeli türü olduğu keşfedildikten sonra, biyolojik anlamda diğer birçok hayvanla benzer yanlarımız olduğu ortaya çıkmış oldu.

İlk defa, bir grup düşünür Tanrı’ya inanmayı bıraktı ve fiziksel yaşamın ötesinde bir şey olabileceği ihtimalini reddetti. Bu düşünce biçimini benimseyerek oluşan farklı hareketler, yaşama karşı hüsranla bakıyordu. Nihilizm ve varoluşçuluk bunlardan ikisidir. Bu akımlara mensup kişiler kendilerini, hayata karşı hayal kırıklığı ve eleştiri arasında bir yerde konumlandırırlar.

Günümüzde ölüm

Endüstri devrimi, kitlesel üretim imkanı sağlayarak bazı limitleri ortadan kaldırdı. Çoğu insan artık her şeyin mümkün olabileceğine inanıyor. En önemlisi de, teknolojik gelişmelerin hızı tahmin edilemez bir noktada. Adım adım, her şeyin daha hızlı ve kısa sürdüğü bir dünyada yaşamaya yaklaşıyoruz. Kısa yaşam döngülerine alışıyoruz, bu döngüler tekrar başlamak için son buluyor…

Ölüm düşüncesi artık o kadar da zihinleri meşgul etmiyor. İnsanoğlunun bir gerginliği olmaktan uzaklaşmış durumda. Zaman, çalışmak ile eşleştirilmiş. Etrafımızda gelişen olayların anlık ritmi ve hızları, bir sonraki gününüzü bile planlamanızı zorlaştırıyor; hatta bunu yapmayı zar zor başarıyorsunuz. Kendi ölümünüzle ilgilenmenize pek de fırsat kalmıyor. Ölüm, sanki sıra dışı ve nadir gerçekleşen bir sürprizmiş gibi algılanıyor. Gerçekliğini gitgide kaybediyor.

Some figure

Ölümü reddetmek yoğun bir duygudur ve çoğu kişi bu durumla karşılaştığında yasa boğulmayı kabul etmez. Bu insanlar, hızlı bir şekilde bu durumu atlatmaya çalışır. Eski hayatlarına, rutinlerine en kısa sürede dönmeyi hedeflerler. Ölümle karşılaştırıldığında daha küçük görünen günlük kaygılara ve korkulara tekrar sahip olmak yeniden normal hissetmenizi sağlar. Bu şekilde bu durumun gerçekliğini inkar edebilirsiniz, ya da gerçek de olsa, en azından çok uzak bir ihtimal olduğuna ikna olmuş olursunuz.

Zaten ölümle ilgili sürekli kafa yormanın ne gibi bir faydası olabilir ki? Ölümü, kaçamayacağımız bir gerçek olarak kabul etmekte ne var? Bunlar, çoğu insanın kafasında sürekli olarak dönen sorulardır. Cevapları ise, depresyonda ve anksiyetelerde gizli gibi görünür. Belki de ölümü kabullensek, bu hayatı nasıl daha iyi yaşayabileceğimiz hakkında farklı bir bakış açısına sahip olabileceğiz. Her şeyin mutlaka sona ereceğine dair net bir fakındalığımız olsaydı eğer, hayatın anlamını aramak için elimizde güzel bir nedenimiz olurdu.