Haysiyet Öz Saygıdır, Gurur Değil
Yazan ve doğrulayan psikolog Sergio De Dios González
Haysiyetin gururla ilgisi yoktur. Kolayca kaybedip başkalarının ellerine bırakabileceğimiz bir şey değildir; değerli bir taştır. Haysiyet öz saygıdır, kendine saygı duymak ve sağlıklı davranmaktır.
Bu, aynı zamanda kanatlarımız kırıldığında başımızı tekrar yukarı kaldırmamızı sağlayan güçtür. Uzaklarda, artık incinmediğimiz, umut veren ve dünyaya yeniden başımız dik baktığımız bir yerdir.
Şüphesiz şunu söyleyebiliriz ki dünyada bu yazının başlığı kadar gerçek ve anlamlı olan çok az söz kaldı. Çok değil, yakın zaman önce Ernesto Sábato, görünüşe göre bu küreselleşmiş dünyada haysiyetten artık söz edilemeyeceğini söylemiştir.
Bunu her gün görüyoruz. Toplum her geçen gün yavaş yavaş haklarımızı, fırsatları ve hatta özgürlüklerimizi kaybettiğimiz bir yere dönüşüyor.
“Acıdan ve keyiften önce haysiyet gelir.”
– Marguerite Yourcenar
Ancak aklınızda tutmanız gereken ilginç bir bilgi var. Birçok felsefeci, sosyolog, psikolog ve yazar “haysiyet çağı” dedikleri bir şeyi anlatmaya çalışıyor bize.
Onlara göre kimliğimizi bulmak, bir sese sahip olmak ve çevremizde tatmin olmak için çalışmak gerekiyor. Böylece eşitsiz toplumda bir değişim yaratılabilir.
Fizikçi, diplomat ve eğitimci olan Robert W. Fuller gibi insanlar sıkça duymaya başladığımız bir terim ortaya attı: “ayrıştırılma”.
Bu terim günden güne haysiyet anlayışını tüketiyor. Başkaları tarafından (ilişkiler, iş) küçük düşürülme, taciz, cinsiyetçilik ve katı bir sosyal hiyerarşi kurbanı olma gibi anlamlara karşılık geliyor.
Hayatımızın bir döneminde biz de haysiyetimizi, onurumuzu kaybetmiş hissedebiliriz. İster suiistimalci bir ilişkiden ister işyerinde bir aşağılamadan kaynaklansın, bu durum kişisel boyutta büyük kayıplara neden oluyor.
Bir değişim istemek, kendiniz için direnmek ve haklarınız için savaşmak asla bir gurur meselesi değildir. Bu cesaret sergilemektir.
Kazuo Ishiguro’ya göre haysiyet
Japon asıllı İngiliz Yazar Kazuo Ishiguro’nun Nobel Edebiyat Ödülü almasıyla ilgili haberler aldık. İnsanlar onu özellikle de “Günden Kalanlar” isimli romanıyla tanıdı. Bu romanın aynı zamanda bir film uyarlaması da yapıldı.
Kimsenin özenli ve yer yer rahatsız edici bu harika kitabın ana temasının ne olduğunu söylememesi bir hayli gülünç.
“Günden Kalanlar” isimli bu romanın bir aşk hikâyesi olduğunu düşünebiliriz. Duvarlar arasında geçen bir aşk hikâyesi bu, sevenler birbirine dokunamasa da birbirlerinden başkasını görmüyor.
Belki de kitabın bir ev, evde yaşayanlar, hizmetliler ve efendiler arasında olduğunu söyleyebiliriz. Asilzade olan Lord Darlington Nazilerle dostluk kurunca pasif kahyası onun ihanetini izler.
Kitapla ilgili daha birçok güzel şey söylenebilir çünkü şüphesiz bu kitap muhteşem bir anlatıya sahip ama her şeyden önemlisi haysiyetten bahsediyor olması.
“Günden Kalanlar” ve haysiyet
Anlatıcının yani kitabın baş kahramanlarından olan Mr.Stevens’ın, Darlington Hall’un kahyasının haysiyetinden söz ediliyor.
Kitap tümüyle bir savunma mekanizması, devamlı bir gerekçelendirmeden oluşuyor.
Yaptığı işten gurur duyan ve layıkıyla yerine getirdiğine inanan biriyle tanışıyoruz kitapta.
Ancak bu iş acımasız ve kati bir kölelikten başka bir şey değil. Düşünmek için, şüphe duymak için, kendi duygularını tanımak için ve en azından sevgi için bile hiç özgürlük alanı yok.
Ancak bir gün “büyük kahya”nın görünen bu yüzü yerle bir olacaktır. Akşam yemeğinde Lord Darlington’un konuklarından biri Mr.Stevens’a alt sınıftan insanların ne kadar cahil olduklarını göstermek için sorular sorar.
Bu Mr.Stevens’ın kişiliğine doğrudan yapılmış bir saldırıdır. İçindeki kahya, asla haysiyetli olamamış bu yaralı adama yol vermek için kenara çekiliyor. Başkalarına hizmet etmek için gerçek aşkını bırakan bu adama…
Haysiyeti yeniden kazanmak ve sağlamlaştırmak için ne yapılabilir
Bir gözlemcinin hatta Günden Kalanlar kitabının sayfalarını çeviren herhangi bir okuyucunun bile bir insanın manipüle edilişini ya da gözümüzde yanlış olan şeyleri haklı göstermek için nasıl kendini kandırdığını kolayca görebilmesi çok ilginç.
Belki biz de günlük hayatta Darlington Hall’un kahyasının yaptığı şeyi yapıyoruzdur.
“Haysiyet onurlu şeylere sahip olmak değil, o onuru hak ettiğinin bilincinde olmaktır.”
– Aristo
Belki varımızı yoğumuzu aşka adıyoruz, bu zararlı, yıkıcı, zehirli ilişkilere… Aslında, çoğu zaman öz saygımızın nasıl zarar gördüğüne aldırmadan körü körüne ve açık bir kalple seviyoruz.
Değer görmediğiniz bu düşük ücretli işte çalışmaya devam edebilirsiniz… Hayatınızın ve haysiyetinizin elden gitmesine göz yumabilirsiniz… Ne yapabilirsiniz ki… Hayat böyle ve siz kötü olanı ondan daha iyi tanıyorsunuz değil mi?
Gözümüzü açmak zorundayız. Daha önce de dediğimiz gibi, bu haysiyet zamanı, değerimizi gücümüzü, ihtiyacımız olanı ve istediğimizi ve daha iyi bir hayatı hak ettiğimizi hatırlamalıyız.
Ne istediğini sesli söylemek, sınırlar koymak, başka kapılar açmak için bazılarını kapatmak ya da kendimizi başkalarının önüne koymak gurur değil.
Kişiliğinizi kaybetmeyin. Haksız olan şeylere bir kılıf uydurmayın ve muhteşem kişiliğinizin dişliler arasında kaybolmasına izin vermeyin.
Son olarak, mutsuzluğun kölesi olmayın; bunun yerine kendi ellerinizle ve kendi cesaretinizle mutluluğu yaratın.
Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.