Güven: Yaşamın ve Her İlişkinin "Tutkalı"
Yazan ve doğrulayan psikolog Sergio De Dios González
Güven, anlamlı her ilişkiyi bir arada tutan şeydir. Güven, dürüstlük ve tutarlılıkla birlikte, ilişkiyi sağlam kılan şeydir. Çok az psikolojik yönümüz, birine güvenmemiz kadar önemli ve karmaşıktır. Sanki kendinizin bir parçasını vermek gibidir bu.
Birkaç saniye durup bu konuda düşünürsek, güvenin her gün yaptığımız her şeyde rol oynadığını görürüz. Örneğin; taksiye binmek arabayı kullanan kişiye güven duymak anlamına gelir. Doktora gitmek, bir ameliyat geçirmek, o doktorun becerisine güvenmek demektir.
“Zira insan ilişkilerini bir arada tutan şey, karşılıklı çıkardan ziyade karşılıklı güven duygusudur.”
– H. L. Mencken
Bu doğru. Her sokağa çıktığımızda kimsenin bize zarar vermeyeceğine güveniyoruz. Arkadaşlarımızın, dostlarımız olmaya devam edeceğine inanıyoruz. Hayatın devam edeceğine güveniyoruz. Aynı kurallarla, kaosun ortasındaki küçük huzur parçaları ile günlük yaşamdaki dengeyle her şeyin süreceğine inanıyoruz.
Fakat bunun yerine, gerçekliğimizi kalıcı bir güvensizlik perspektifinden görebiliriz. Eğer perspektifimiz belirsizlik ve korkuyla doluysa ise korkunç bir nevroza gireriz. Güvensizlik felç eder insanı. Her türlü sağlıklı ilişkiyi imkansız kılar.
Güvensizlik bizi hayattan “koparır” ve bizi karanlık, tehditkâr bir köşeye bırakır. Bunun çok basit bir nedeni vardır. İnsanlar tabiatları gereği sosyal varlıklardır ve birbirimize bağlanmak için tasarlandık. Bazen bu olmaz veya daha da kötüsü, hayal kırıklığı veya ihanet yaşarız. Bu durumda beynimiz bunu gerçek, derin, acı veren bir yara olarak görür…
Nörolojiye göre güven duygusu
Santiago, birkaç yıl önce hayatının en kötü ihanetini yaşadı. En iyi arkadaşı, Aynı zamanda sınıf ve çalışma arkadaşı olan en iyi arkadaşı, birlikte yaptıkları bir projeyi sadece kendi çalışmış gibi göstererek bütün övgüyü aldı. O zamandan beri, bir çok kişi Santiago’ya arkadaşını affetmenin bir yolunu bulup hayatına devam etmesi ve içindeki güceniklik duygusundan kurtulması gerektiğini söylüyordu. Ama Santiago bunu yapabileceğini düşünmüyordu. elinden geleni yapıyor gibi hissetmiyor. Ve o zamandan beri kendi içine kapanık oldu, daha temkinli ve özellikle de güvensiz hâle geldi.
Santiago, yaşadığı arkadaşlığı havada dans eden iki trapez sanatçısı gibi olmaya benzetiyor. Birlikte, riskler aldılar ve zorluklar üstlendiler. Ama asla korkmamıştı. Arkadaşının elleri onu havada yakalamak üzere bekliyordu daima. Gökyüzünde yakalamak için oradaydı. Ta ki günün birinde onu yere düşürene dek. O düşüşün acısı hiç geçmedi.
Bütün bu duyguları, birkaç ilginç süreci içeren nörolojik bir düzeyde açıklayabiliriz.
Oksitosin
Bu konuda söyleyecek sözü olan pek çok uzman var. Onlara göre oksitosin sosyal ilişkilerimizin “gerçek tutkalı” olabilir. Çünkü bu hormon güven bağını kurar. Bizi cömert kılan ve bu duyguyu pozitif ve faydalı hâle getiren şeydir.
Yani bu tür süreçlerin tam tersini yaşadığımızda beynimiz bunu bir tehdit şeklinde algılar. Sonra da kortizol salgılar: stres ve anksiyete hormonunu.
Prefrontal medial korteks
Pozitif olarak gördüğümüz herhangi bir sosyal süreç beynin çok spesifik bir alanını yönde uyarır: prefrontal medial korteks. Beynimizin bu kısmı, ödülleri ve olumlu duyguları ele alır. Burası ayrıca ilişkilerimizle ilgili anıları topladığımız alandır. Bu hatıralara dayalı kararlar almamıza yardımcı olur.
Dolayısıyla, olumlu toplumsal süreçlerin daha güçlü bir beyin oluşturduğunu görüyoruz. Daha az korku, belirsizlik ve endişe içeren bir beyin. Ancak bazen Santiago’nun yaşadığına benzeyen bir ihanet yeter. Onun durumunda olduğu gibi beyninin bu bölümündeki faaliyet tamamen değişebilir.
Aslında, duygusal hayal kırıklıkları, örneğin gerçek bir yanık yaşadığımızda olduğu gibi aynı ağrı merkezlerini uyarır. Bütün bunlar samimi ve sosyalliği destekleyen, güven dolu güvenen davranış ve ilişkilerin sağlığımız için büyük önem taşığı sonucuna bizi ulaştırır. Bunun tersini yaşadığımızda kendimizi yabancı bir yerde, bir süre hayattan kopuk hissederiz…
“İnsanlara güvenmeli ve inanmalısın, aksi hâlde yaşamak imkânsızlaşır.”
– Anton Chekhov
Güven, bir yaşam tavrı
Hepimiz hayal kırıklığını yaşadık. Onun tadını iyi biliyoruz ve bu nedenle beynimiz bunu fiziksel bir yanık gibi yorumluyor. Onu kırılmaz ve uzun ömürlü olduğunu düşündüğümüz bir şeyin çöküşü olarak görmesinin sebebi bu. Aşağılanmış hissedebiliriz kendimizi. Ve daha da kötüsü, o kişiye güvendiğimiz için hatanın bizde olduğuna inanabiliriz.
Oysa hiçbir şey gerçekten bu kadar uzak olamazdı. Hata asla güvenen kişiye ait değildir. Çünkü güvenmek bizim doğamızdadır, çünkü güvenmek bir içgüdüdür.
Hata, ihanet eden kişiye aittir. Çünkü hiçbir şey kişisel kazanç ve çıkarlar için sosyal bağları koparmak kadar yıkıcı ve hakaret edici olamaz. Bize güvenen insanlara saygı duymak gibi insanlığın en temel ilkelerinden birine karşı çıkmaktan daha akıl dışı bir şey yoktur.
Ama bütün bunlarda unutmamız gereken temel bir nokta var. Bazı insanların bize kimi zaman nasıl davrandığının ötesine bakabilmeliyiz. Güvenin, genel olarak yaşam için alınan bir tavır olduğunu anlamalıyız. Güven sadece geçmişte anımızı yakmış insanlara karşı aldığımız özel bir tavırdan ibret değildir. Yaşamak, ilerlemek ve gelişmek, gelecekte risklerin olacağını göz önüne almak demektir.
Güven bizi daha mutlu, özgür ve dürüst bir geleceğe götürebilecek bir tavırdır.
Resimler: Tomasz Alen Kopera
Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.