Biyofili Nedir ve Biyofili Hipotezi Nelerden Bahsediyor?

Biyofili, insanların diğer canlılarla ve genel olarak doğa ile temasa geçtiklerinde yaşadıkları memnuniyetle ilgilidir.
Biyofili Nedir ve Biyofili Hipotezi Nelerden Bahsediyor?
Gema Sánchez Cuevas

Yazan ve doğrulayan psikolog Gema Sánchez Cuevas.

Son Güncelleme: 18 Nisan, 2021

Biyofili, insanların doğaya yaklaşma ve onunla uyum içinde hissetme konusundaki doğuştan gelen eğilimidir. Bu terimi ilk kullanan kişi, 1973’te filozof ve psikanalist Erich Fromm’du. Daha sonra Edward Osborne Wilson, Biophilia adlı bir kitap yayınladı.

Etimolojik bir bakış açısından, biyofili (biophilia), iki Latince kökünden oluşan bir kelimedir: bio (biyo), “yaşam” anlamına gelir; ve philios (fili), “doğal eğilim, şefkat veya arkadaşlık” olarak tercüme edilir. Wilson bunu çevremizdeki hayata hayret etme yeteneği olarak tanımlamıştır.

Şimdiye kadar bahsettiklerimizin önemli bir yönü, biyofilinin içimizde derin bir şekilde kök salmış olmasıdır. İnsanlara bu hissin “doğuştan” geldiğini de söyleyebiliriz. Çevrecilerden veya yeşilci aktivistlerden değil, doğayı sevmek için doğduğumuz bir eğilimden bahsediyoruz.

Biyofili, doğa ve diğer canlılarla birlikteyken duyulan keyfi ifade ediyor.

Biyofili nedir?

Esas olarak Edward Wilson tarafından açıklanan biyofili teorisi, insanların doğa ile yakından ilişkili olduğuna işaret ediyor. İnsanlar, diğer canlılarla temas halinde olma ihtiyacını doğal bir şekilde yaşadılar ve bu doğuştan oldu.

Bu açıdan bakıldığında, diğer canlılarla iletişim kurmak, diğer insanlarla sosyalleşmek kadar önemlidir. Bu nedenle insanlar ormana, sahile gittiklerinde veya evcil hayvanlarıyla vakit geçirdiklerinde özel bir denge ve huzur hissine sahip olurlar.

Bu eğilim insan genlerinde mevcuttur. İnsanların, hayatı olan her şeye karşı çekim, merak ve ilgi hissetmelerini sağlayan bir tür “kodlama” olduğunu da söyleyebilirsiniz. Bu nedenle Wilson, insanın yalnızca “sosyal bir hayvan” olarak değil, “sosyal ve doğal bir hayvan” olarak tanımlanması gerektiğini söylüyor.

Doğa ve mutluluk

Uzmanlar, Hollanda’da 300.000’den fazla yetişkin ve çocukla bir araştırma yaptı. Amaç, doğa ile temasın günlük yaşam üzerindeki etkisini belirlemekti. Çalışmanın sonuçları da Journal of Epidemiology and Community Health‘de yayınlandı.

Çalışma, yeşil alanların yakınında yaşayanların şehirlerde yaşayanlara göre daha az anksiyete ve depresyon sorunu yaşadıkları sonucuna varmıştır. Aslında, kalp hastalığı, diyabet, kas ağrısı, migren ve astım dahil olmak üzere en az 15 hastalık için daha düşük bir risk oranına dair kanıt buldu.

Psikolog Roger Ulrich tarafından yazılan “Hastanelerdeki bahçelerin sağlığa faydaları” başlıklı başka bir çalışmayı da vurgulamak istiyoruz. Çalışma, ameliyat geçiren hastaların pencerelerinden yeşil bir manzara görebiliyorlarsa daha hızlı iyileştiklerini ve daha az ağrı kesiciye ihtiyaç duyduklarını gösterdi.

Aynı rapor, bitki örtüsüne bakmanın sağlığımız üzerinde muazzam bir etkisi olduğunu da öne sürdü. Bu etki, kalp atış hızını, kan basıncını ve sempatik sinir sistemi değişikliklerini azaltabiliyor.

Biyo-şehircilik

Birçok büyük şehir, büyük beton kütleler, gri sokaklar ve karanlık binalar inşa etmek için doğadan alan çalmaktan başka bir şey yapmamıştır. Bu şehirlerin çoğunda doğadan kalan tek ipucu küçük yeşil alanlar ve parklardadır. Ek olarak, konut komplekslerine de, bu parklar, her zaman yakın değildirler.

Şehirler, insanlar ve doğal çevreleri arasında bir ayrılık ortamı kurarlar. Bu nedenle, doğa ile temas, en fazla turist olarak edindiğimiz deneyimlerimize indirgenmiştir ve çoğu zaman günlük yaşamın bir parçası değildir.

Pek çok şehirci de bunun farkına varmış ve doğanın bir kez daha merkezi rol oynadığı yeni şehircilik modelleri ve tarzları yaratmaktadır.

Bu yeni modeli en iyi üreten ülke Singapur’dur. Şehirlerinin çoğunda, parklar ve yeşil alanlar arasında kesintisiz akış sağlayan ağlar kurdular. Pek çok kuş, böcek ve diğer hayvanlar da yavaş yavaş bu boşlukları doldurmaya başladı.

Şehir ve doğa iç içe.

Kültürler ve yeni paradigmaların biyofili ile ilişkisi

Biyofili, atalardan kalma kültürlerin ön saflarında yer alıyordu ve şu anda birçok Batı dışı kültürde de mevcut. Hayatta kalan yerli halkların çoğu için doğa ile temas tartışılmaz. Bu doğa sevgisini mevcut ve canlı tutmak için teorilere ihtiyaçları yok.

Korumacılığın veya ekolojik hareketlerin ötesinde, belki de yapılacak en iyi şey kendi içine bakmaktır. Orada, belki de bir kenara gizlenmiş olarak, diğer canlı varlıklarla akıcı bir temasa geçmesinin engellenmesinden tamamen rahatsız olan “sosyal ve doğal hayvanı” bulacaksınız. Belki de bu paradigmayı değiştirmenin zamanı gelmiştir.


Tüm alıntı yapılan kaynaklar, kalitelerini, güvenilirliklerini, güncelliklerini ve geçerliliklerini sağlamak için ekibimiz tarafından derinlemesine incelendi. Bu makalenin bibliyografisi güvenilir ve akademik veya bilimsel doğruluğa sahip olarak kabul edildi.


  • Sánchez Miranda, M. P., Garza González, A. D. L., Contreras Lozano, C., López Ramírez, E. O., & Hedlefs Aguilar, I. (2011). Nuevos enfoques para el estudio cognitivo de la conducta ambiental desde la perspectiva de la biofilia. Ciencia UANL, 14(3), 288-296.


Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.