Logo image
Logo image

Bir Kayıptan Sonra Kederlenmek İyileşmenize Nasıl Yardım Eder

4 dakika
Bir Kayıptan Sonra Kederlenmek İyileşmenize Nasıl Yardım Eder
Son Güncelleme: 13 Ocak, 2018

Keder, her daim hayatımızda olan bir şeydir. İş arkadaşlarımızdan, akrabalarımızdan, yaşadığımız yerlerden, dostlarımızdan ya da sevgililerimizden ayrılmak zorunda kaldığımız zamanlar olur. İlişkiler paramparça olur, şehirler terk edilir, hayatımızın belli aşamaları tamamlanır. Keder başlar. Ancak hissettiğimiz bu keder iyileşmemize yardımcı olur. Bu deneyimlerden bazıları acı verici olabilir. Ancak şüphesiz en zor olan, sevdiğimiz birinin ölümüdür. Bunlar çok zor zamanlardır. O kadar zordur ki o acı sarmalından çıkmak için ne yapabileceğinizi bilmezsiniz. Kendinize yüklenmeyin, çözümler ve cevaplar bulmak için acele etmeyin. Güçlü bağlarla bağlı olduğunuz önemli birini kaybettiğinizde yapılabilecek en doğru şeyin ne olduğuyla ilgili yazılı kurallar yoktur. İnsanlar olarak duygusal açıdan kendimizi iyileştirmek için zamana ihtiyaç duyarız. Bu kesinlikle yas sürecinin ana fonksiyonlarından biridir.

“Eğer hayatla başa çıkabilmek istiyorsan, ölümü kabul etmeye istekli olmalısın.”

Sigmud Freud

Acı varsa keder de vardır

Çevrenizdeki bazı kişiler size yardım etmeyi, ne yapmanız gerektiğini söylemeyi deneyecektir. Kendinize çok yüklenebilirsiniz ya da kafanız karışabilir. “Evine gitme”; “En iyisi oraya geri dönmemek”; “Onun eşyalarını vermelisin”; “Onun fotoğraflarına bakarak kendine işkence etme” gibi şeyler söyleyebilirler.

Ancak bunlara siz karar vermelisiniz. Yaşamanız gerektiğini hissettiğiniz durumlardan ya da anlardan kaçınmayın çünkü uzun süreçte, yüzleşmekten kaçtığınız şeyler, daha fazla acı çekmenize sebep olabilir. Yapmanız gerektiğini hissettiğiniz her şeyi yapın ve söylemeniz gerektiğini hissettiğiniz her şeyi söyleyin. Söylememeniz gereken bir şeyi söylemek, onu hiç söylememiş olmak kadar acı vermez. Acı çok yoğun bile olsa kendi kararlarınızı kendiniz verin.

Diğerlerinden daha büyük etki yaratan ölümler vardır. Örneğin, eğer ölümden kurtulunabileceğini, ölen kişinin çok acı çektiğini düşünüyorsanız, tüm detayları bilmiyorsanız ya da ölen kişi uzun süren bir hastalıktan sonra öldüyse. Bazen de ölüm haberini duyma biçiminiz nedeniyle yarattığı etki büyüyebilir. Pek çok kişi birkaç gün ve sonra da birkaç ay geçtikten sonra kendilerini daha iyi hissettiklerini söylerler. Bu sizi korumak için tasarlanmış tamamen normal bir reaksiyondur. Şokun ilk aşaması, bizi yoğun acıdan korumak için tasarlanan akli savunma aşamasıdır.

“Güneş banyosuna batırılmış bir hayatın etrafındaki deniz gibi, ölüm de gece gündüz hiç susmadan şarkısını söyler.”

– Rabindranath Tagore

Some figure

Kayıpla yüzleşmek

Bazen yas aşamasındaki ilk şokun ardından korku, ızdırap, panik, çalkantı, öfke ve kafa karışıklığı gelir. Hayatınız kaotik bir hal alır, hiçbir şeye odaklanamazsınız, neler olduğunu henüz tam olarak idrak edememişsinizdir ve her şeyin kötü bir kabustan ibaret olduğunu hayal ettiğiniz bile olur.

Beyniniz normal çalışmadığı doğrudur. Ancak yaşadığınız her şey tamamen normaldir. Bunlara, “gerçeklerden kopmak” (çevrenizdeki her şeyle bağlantınızın kopması) ve “benlik yitimi” (kendinize karşı duyarsızlaşmak) adlarını veriyoruz. Bu vücudun, acıyla idare edilebilir dozlarda baş etmek için sahip olduğu bir tür ilaçtır.

Bu sizin delirmiş ya da hasta olduğunuz anlamına gelmez. Kafa karışıklığı ve şaşkınlık kaybın size yaşattığı deneyimin bir parçasıdır. Yss tutmak, kederlenmek her ne kadar zararlı görünse de doğaldır. Sevdiğimiz biri artık bizimle değilse, buna karşı verilebilecek en insani reaksiyon acı çekmektir.

Eğer sizin için önemli olan o kişi artık sizinle birlikte değilse, en son hissedeceğiniz şeyler neşe ve mutluluktur. Kendinizi bunları hissettmeye çalışmak için zorlamamalısınız. Kendinize zaman tanıyın ve üzüntüyü yaşamak için alan bırakın. Şimdi kendinizle iletişime geçme zamanı, duyarlı hissetmeli, ilgi ve saygı duymalısınız.

Peki, onlara ait olan eşyalar? Onları saklamak mı daha iyi yoksa atmak mı? Sorun onların saklanması ya da saklanmaması değildir, asıl soru şudur: onlarla ne yapmalısınız? Kişisel eşyalar sizin için çok önemli olan bir bağı canlı tutmaya yardımcı olma amacını taşır. Anılarınızla tekrar bağlantı kurmanızı sağlar ve böylece aranızda hala kopmayan bir ilişki olduğunu hissedersiniz.

Eğer eşyalar hislerinizi ifade etmenize yardımcı oluyorsa, o zaman yas sürecinde iyileşme yönünde ilerlemenize de yardımcı oluyor demektir. Ama onları saklamak olanları kabul etmemenize ve gerçeği reddetmenize sebep oluyorsa hiçbir zaman bu süreci atlatamazsınız. Önemli olan hepsinden hemen kurtulmak değildir. Acele etmeyin. Kendinize, onlarla ne yapmak istediğinize karar vermek için zaman tanıyın. Kimsenin bu işi sizin için yapmasına izin vermeyin. Size acı verecek bile olsa bunu kendiniz yapın, uzun dönemde bunun faydasını göreceksiniz.

Some figure

“Ölüm sevdiklerimizi bizden çalmaz. Tam tersine, onları hafızamızda ölümsüzleştirir. Ancak hayat onları pek çok kez çalar ve bunu hep yapar.”

– François Mauriac

Ne kadar sürecek?

Şimdiye kadar çoktan iyi hissetmem gerekiyordu diye düşünerek kendinizi cezalandırmayın. Zamanınız yalnızca size ait ve kederin en kötü düşmanı kendinize duygularınızı ifade edecek kadar zaman tanımamanızdır. Her kaybımızda yaşadığımız acı, bize gerçekten önemli olanın ne olduğunu öğretir. Duygularımızı ve önceliklerimizi belirler, sonuç olarak da büyürüz. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak olsa da zorluklarından üstesinden gelmek ve çatışmalarımızla yüzleşmek için yeni yollar geliştiririz.

Keder, bir ilişkinin yokluğunun sebep olduğu bir yaradır. Bu yokluk bizi, hayatın anlamı hakkında kendimizi sorgulamaya götürür. Bu yüzden, her kriz bizi pek çok soruyla yüz yüze getirir. İnsanlar olarak anlamın peşinde koşarız, biz onun peşinde koştukça, o bizden daha çok kaçacaktır.

Anlam hayat yolculuğundaki bir durak değildir, bu yolculuğu yapma biçimimizdir. Bu yüzden de kayıp ve keder gibi süreçlerde devam etme yöntemini buluruz. Acele etmeyin, ulaşmanız gereken tek yer kendi kaderinizdir.

“İnsanlar tarihe bir anlam veremeseler bile, en azından kendi hayatlarını anlamlandırmayı deneyebilirler”

– Albert Camus