Meditasyon yapmayı hiçbir zaman öğrenmeyen insanlar var. Farkındalık egzersizi yaparken ya da sükunet içinde derin bir bir sakinliğe ulaştığında, beyin kendini durgun bir sakinliğe adapte edemez. Yine de yürüyüş kadar yapmaya başlaması kolay bir şey hayatınızı tam anlamıyla değiştirebilir.
Bu blogda daha önce bilinçlenme gibi terapatik uygulamaların herkes için yararlı olmayabileceğinden bahsetmiştik. Bir travma türü geçirmiş olan, yüksek seviyede anksiyete sahibi gençler ya da yetişkinler, gevşemeyle birlikte kendi iç dünyalarının farkına vardıkları o mükemmel sakinlik noktasına ulaşmayı öğrenemeyebiliyorlar.
“Düşseniz bile yürümeye değer.”
– Eduardo Galeano
Düşüncelerimiz obsesif hale geldiğinde, beyin haykırırsa, neredeyse her zaman işe yarayan bir strateji var: yürümek. Aslında yürüme aktivitesinin kendisinde büyülü bir şey var. Vücudumuzun hareketi, hareket eden bir metronomun temposu gibidir. Mükemmel ritm, eninde sonunda beynimizin bir tek şeyde odaklanmasını sağlar. Eşsiz bir melodi.
Attığımız her adımla kalp genişler, nefes derinleşir, yankılanır. Beyin oksijen salgılar. Biz bu fiziksel egzersiz ve meditasyon kombinasyonuyla hayatımızın kontrolünü ele geçirirken, varlığımız başabaş noktasına ulaşana kadar bu tekrarlayan hareketlerle genişler.
Yürürken meditasyon yapmak: Mutluluk verici bir araç
Bir psikolog, bilinçlenmeyi psikoterapiye entegre etmek istediğinde, hastalarını yetenekli spritüel meditasyonculara dönüştürme arayışında değildir. Onları, haftasonlarını Budist inziva köşelerinde geçirmeleri için ikna etmek istemez. Kesinlikle böyle bir amacı yoktur. O sadece bir araçtır. Hayatlarını dengeli ve daha bilinçi bir şekilde yaşamaları için kullanabilecekleri bir araç.
Meditasyon için sorumlu ve kararlı olmak gerekir. Eğer çevrenizdeki seslerden, şehrin gürültüsünden soyutlanmanız mümkün değilse, beyninizi sakinleştirmeniz daha da zordur. Bu nedenle bugün, bu yeni yörüngenin uygulaması açıklayıcı bir Sanskritçe kelimeyle özetlenebilir: “apranihita”. Bir yere ulaşmadan yürümek anlamına gelir. Varacağımız kesin bir nokta olmadan yürümek sadece hareketin keyfini çıkarmamızı sağlar. Yürümenin verdiği haz için yürürüz.
İnsan beyni yerinde duramayan bir maymun gibidir, kaotik, heyecanlı ve verimsiz bir yolculukta sürekli daldan dala atlar. Nasıl olduğunu neredeyse hiç anlamadan kendi labirentimizde kaybolup gideriz. Buna rağmen, attığımız her adımdaki uyumla birlikte meydana gelen nefes alıp verme şeklimiz ve bacaklarımızın ritmiyle gerginliğimizi yatıştırmayı başarırsak, düşüncelerimizi bilinçli bir şekilde kontrol edebileceğiz.
Yürürken meditasyon yapmayı nasıl öğreniriz?
Her gün süresi yarım saati aşmayan yürüyüşler yapmalıyız. Doğada, sakin bir alanda yürümemiz, rahat ayakkabılar ve kıyafetler giymemiz önemlidir.
Normal bir hızda yürümeye başlayın. Sizin için daha sakinleştirici, temizleyici ve özgürleştirici olan ritmi yavaş yavaş bulmalısınız. Bazı insanlar yavaş yürümeyi tercih ederken, bazıları hızlı yürümekte karar kılar.
Dikkatinizi bir şey üzerine yoğunlaştırın. Beyninizi, ışınlarını belli bir açıda hareket ettiren ve sonra bir başka açıya geçen bir el feneri gibi hayal edin. Önce nefes alışınız, ayaklarınızın yere değerken yarattığı his ve sonra da yüzünüze çarpan rüzgar. Periyodik bir şekilde dikkatinizi bunların üzerinde odaklayın, önce biri, sonra diğeri.
Yavaş yavaş vücudunuzun bu noktalarına dikkatinizi yoğunlaştırmanıza gerek kalmadığını fark edeceksiniz. Birkaç gün geçtikten sonra el fenerinizin ışığı çok genişlemiş olacak. Her şeyi bir kerede algılayabileceksiniz.
Bilinciniz o kadar genişleyecek ki tüm varlığınız eksiksiz, mükemmel bir sükunet ve uyum içinde olacak.
Bir labirentin içinde yürümek: Konsantrasyonun büyüsü
Şimdi biraz daha ileri gidelim. Düşünün ki sizin durumunuzda, evden ayrılmak ve belli bir varış noktası olmadan yürümek sizin dikkatinizi dağıtacak. Başabaş noktanızı, merkezinizi, sükunete ulaştığınız noktayı bulamıyor gibi gözükseniz de kafanız dağılacak.
Beyin binlerce adrese gidebilir.
Ama bu güzel patikada huzurla yürüyorum.
Attığım her adımda, ılık bir rüzgar esiyor.
Attığım her adımda, bir çiçek açıyor.
Bu durumda pek çok kültürde olan eski ilginç bir uygulamayı deneyebiliriz.Labirentte seyahat etmekten bahsediyoruz. Atalardan kalma bu uygulama her problemi temsil eden dövmenin yerde olduğunu hayal etmeye benziyor. Bir çıkış noktası bulmaya çalışırken yerdeki bu dövmelerin üstünden adım adım geçeceğiz. Bu labirentlerin ilk örneklerinden bazıları Yunanistan’dadır. Ana amaçları bu sarmal daireler yardımıyla hayatın amacını bulmaktır.
Bu, bugüne kadar pek çok ülkede olan bir diğer meditasyon türüdür. Labirentlerde yalnızca bir tek çıkış yoktur. Çıkışı bulmanın başarıyla bir ilgisi yoktur. Önemli olan, fayda sağlayan şey yolculuğun kendisidir. Bu yolculuğu yaparken neler kazandığımızdır.
Bu uygulamayla amaç “beyni sakinleştirmek, kalbi açmak”tır. Bir labirente girerken durun ve iyice düşünün. Bu eş merkezli yolculuğa başlamadan önce nelerden vazgeçmeniz gerektiğine karar verin. Ana, bulunduğunuz yere ve şimdiye odaklanın.
Yavaşça yürüyün. Bir adımınızın ardından öteki gelsin. Bakışlarınızla her zaman çizgilerin şekillerine ve yollara konsantre olun.
“The rosette” denilen merkeze ya da labirentin iç noktasına ulaşır ulaşmaz, kişi dinlenmeli ve birkaç dakika yolculuğun kendisi hakkında derin derin düşünmelidir. Bu egzersizin amacı çıkış noktasını bularak, pek çok problemimizden kurtulmak değildir. Asıl amaç bu yolculuk süresince edinilen bilgelik sayesinde yolculuğu güçlenmiş bir şekilde tamamlamaktır.
p>Bu Ganalı öğretmenin sınıfında Microsoft Word’ün arayüzünü kara tahtada çizerek öğretmesi internette inanılmaz derecede popüler oldu. Bu girişim, dünyayı nasıl değiştirebileceğiniz (ya da geliştirebileceğiniz) için bazen sadece doğru tavıra ve iradeye ihtiyacınız olduğunu düşünmeye davet ediyor.
p>Vincent Van Gogh’un Yıldızlı Gece (Starry Night) adlı tablosuna bakmak, güneşin doğuşunu izlemek için erkenden kalmak, Milan Kundera’nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği (The Unbearable Lightness of Being) eserini okumak ya da gözlerinizi kapatıp Debussy’nin Clair de Lune adlı parçasını dinlemek, içimizde duygu fırtınaları kpoartan açıklanamaz deneyimlerdir. Sanatta…
p>Batı dünyasında en hızlı büyüyen trendlerden biri bumerang neslidir. Bu nesil bir süre bağımsız yaşadıktan sonra ebeveynlerinin yanına geri taşınan gençleri temsil eder. Bu bağlamda, bağımsız olmak farklı anlamlara gelir. Bu gençler üniversite yıllarında yurtlarda yaşamış olabilir ama daha sonra…
p>Hans Eysenck 20. yüzyılın en fazla tartışmaya yol açan ve en üretken psikologları arasındaydı. 1977’de öldüğü zaman, psikoloji makalelerinde en çok alıntılanan araştırmacılardan biriydi. Hans Eysenck 80 kitap yayınlayarak ve binlerce makale yazarak alana oldukça önemli katkılarda bulundu. Aynı zamanda ilham…
p>Mekanistik determinizm ile karşı karşıyayken, konu karar almaya geldiğinde özgür olabiliyor muyuz? Hayatımızda neler olacağı hali hazırda belirlenmiş midir? Bu sorular tarih boyunca pek çok düşünürün ve filozofun kendilerine sordukları sorulardır. Özgür irade ve özgür iradenin varlığı ya da yokluğu,…
p>“Bilgisayarlar dünyayı ele geçirdiğinde kontrolü yitirebiliriz. Hayatta kalmamız onların ellerinde.” Yapay zekanın babası Marvin Minksy’nin sarf ettiği bu sözler hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizi endişelendiriyor mu? Eğer yanıtınız evetse, bu konuda endişeleniyorsanız ve tekinsiz vadi kavramına göre, psikolojik olarak da endişelenmeniz…