Logo image
Logo image

Sinemanın Hayatımıza Kattığı 7 Psikolojik Dram

6 dakika
Bir film, insanları her zaman ilgilendiren farklı konuları sorgulamak için en etkili yöntemlerden biridir. Bu yazımızda sizler için derlediğimiz filmler, şüphesiz kimsenin duyarsız kalamayacağı türden yapımlardır.
Sinemanın Hayatımıza Kattığı 7 Psikolojik Dram
Son Güncelleme: 21 Aralık, 2022

Psikolojik dram filmleri izleyiciye meydan okuyan ve önemli konuları yeniden düşünmesini sağlayan niteliğe sahiptir. Bu tür filmler, işlenen konuya bağlı olarak, gösterime girdikten sonra bir dizi varoluşsal problemleri tetikleyebilir ve hatta bakış açılarını ve ruh hallerini bile değiştirebilirler. Bu bağlamda, iyi bir dram bizi gerçekten etkileme ve duygusal anlamda önemli izler bırakma kapasitesi taşır.

Ekranda karşımıza çıkan iyi dram filmleri dünyada çok büyük öneme sahip farklı konuları sorgulayan adeta gerçek birer Sokratik mücevherler gibi işlev görürler. Bu yazımızda farklı konularda çekilmiş olan bazı psikolojik dram filmlerini sizler için bir araya getirdik.

Toplumumuzu Sorgulamaya Yol Açan En İyi Psikolojik Dram Filmleri

Bu bölümde sizlere, bir toplumun bünyesinde yaşayan vatandaşlarına neler yapabileceğini konu alan iki psikolojik dram filmini sunuyoruz.

Joker (Todd Phillips)

2019’un gelişiyle birlikte bir kaç ay sonra yaşayacağımız yeni bir dünyanın da kapıları aralanır. Bu dünyada eşitsizlikler, toplumsal sağlık imkanlarının yetersizliği ve ruh sağlığına gereken önemin verilmemesi insanların dayanabilecekleri son noktada yaşamalarına neden olmaktadır.

Arthur Fleck tarafından canlandırılan bu karakter bize o denli dokunur ki, ortaya çıkan gariplikleri sezme şansını çok kolay bir biçimde yakalarız. Karakterin delilikleri, aslında günümüz kapitalist toplumlarında her gün karşımıza çıkan pek çok şeyi hatırlatan cinstendir. Bu şartlarda en zayıf olanlar av olurlar ve eğer “bir şey” sahibi değilseniz aslında “hiç kimse” olduğunuzu anlarsınız.

Bu nedenlerden dolayı yönetmenliğini Todd Phillips’in üstlendiği Joker psikolojik dram dalında bir baş yapıt niteliği taşımaktadır. Bu film, dünya algımızı genelden özele doğru bir yolculuğa çıkarak gözler önüne serer.

Filmin ilk gösteriminin yıl dönümünde filmde konu edilen sorunlar dünya gündeminin ilk sıralarını meşgul etmiştir. Ve günümüz dünyası Gotham şehri gibi kaos ve üzüntü ile dolu garip bir yer haline dönüşmüş durumdadır.

Truman Show (Peter Weir)

Netflix’in Sosyal İkilem adlı belgeseli hepimizi biraz huzursuz etti. Her şeyden öte bu yapım aslında bizleri hedef tahtasının tam ortasına koyuyor. Bu sayede, teknolojinin arka planındaki bir üründen daha fazla bir anlam ifade etmediğimizi anlamamıza yardımcı oluyor. Bu çevrimde insanları kontrol altına almak için psikolojik faktörler kullanılıyor ve bu durum bir bakıma hepimizin mutsuz olmasına yol açıyor.

İşte bu yüzden Truman Show adlı filmin ilk çıktığında yarattığı etkiyi hatırlamak faydalı olacaktır. Şu anda bu yapımı bir bilimkurgu filminden başka her şekilde tanımlayabilirsiniz.

Bu yapımda özel hayatın sınırlarını yeniden hatırlıyor ve insanların farklı platformlar üzerinden kendi hayatlarının hiç tanımadıkları ve kim olduğunu bilmedikleri diğer insanlar için adeta bir gösteri programı haline gelmesinin nasıl bir şey olabileceğini görüyoruz.

https://youtu.be/Mqk7GSmm5U8

Psikolojik Dram Filmleri: Ahlaki İkilemler

Sinemada her birimizi etkileyen ve ahlaki ikilemleri konu alan bazı psikolojik dramlar yer almaktadır. Bu tür filmlerin ana fikirleri bizi bir yandan üzerken diğer yandan da ciddi derecede sinirlenmemize yol açar.

Hemşire (Mike Leigh)

Imelda Staunton’un bu filmdeki etkileyici performansı ona en iyi kadın oyunca dalında Oscar ödülünü getirmiştir. Bu ödülün dışında film en iyi yönetmen ve en iyi orijinal senaryo dallarında da Oscar’a layık görülmüştür.

Vera Drake orta yaşlarda ailesine ve iyileşme sürecinde olan annesine kendini adamış bir kadındır. Çevresi tarafından hayranlıkla bakılan ve diğer kadınlara göre daha asil bir duruşu olan bir kadındır. Vera evlere temizliğe gider. Ekonomik olarak dar gelirli sınıf içinde bulunsa da canlı ve mutlu bir kadındır. Ailesi bir aradadır ve evliliği saf ve gerçek bir sevgiyle kutsanmıştır.

Bir süre sonra Vera, ailesinin (ve seyircinin) hiç beklemediği bir şekilde kendisini herhangi bir maddi beklentisi olmadan gizli kürtajlara adar. Vera kadınların adet dönemlerindeki bu “küçük gecikmeleri” düzeltme konusunda kendi üzerine görev düştüğüne inanır. Çünkü kürtaj yaptığını kabul etmez.

Filmde her sınıf ve sosyoekonomik koşuldan kadınların nasıl Vera’ya gelerek ona güvendiğini ve Vera’nın da onlara nasıl nazik davrandığını görüyoruz. Ancak yaşanan bir olay her şeyin gün yüzüne çıkmasına yol açar. Filmde toplumun ikiyüzlülüğünün Vera’yı nasıl kınadığını ve aslında yaptıklarından ve bunları yapma şeklinden dolayı ona teşekkür edilmesi gerektiği gözler önüne seriliyor.

İçimdeki Deniz (Alejandro Amenábar)

İspanyol sinemasının klasiklerinden biri olan ve gerçek bir hayat hikayesinden esinlenerek çekilen bu film tüm İspanyolları derinden etkilemiştir. Filmde Javier Barden tarafından canlandırılan Ramón Sampedro  adlı bir adam, bir kayaya çarparak geçirdiği bir deniz kazasının ardından 30 yıl boyunca elleri ve ayakları felçli olarak yaşamak zorunda kalır.

Bu duruma daha fazla katlanamayan Ramón komuşusu Rosa’dan (Lola Dueñas) kendisi için ötenazi başvurusu yapmasını ve davayı takip etmesi için bir avukat (Belén Rueda) bulmasını ister. Film kaçınılmaz olarak kendi içinde hiç bitmeyen ahlaki soruları da beraberinde getirmektedir.

Kendi kararlarını verebilme ve kendi kaderini seçme hakkı elbette her insanın saygı duyulması gereken hakları arasında yer alır. Ancak ötenazi kavramının, nasıl ve hangi koşullarda gerçekleştirildiğine bağlı olarak geniş çaplı bir ahlaki ikilem yarattığı da bir gerçektir.

Sinema ve Psikolojik Dram Filmleri: Kötü Muamele ve Taciz

Hiç şüphesiz insanların üzerinde en fazla duygusal etki yaratan psikolojik dram filmleri, taciz ve insanlara karşı kötü muamele konularını ele alan filmlerdir. Bu filmler kendimiz için hiçbir zaman düşünemeyeceğimiz şekilde insanoğlunun en korkunç yüzünü gözler önüne serer.

Kardeş Gibiydiler (Barry Levinson)

Kardeş Gibiydiler (Sleepers), 90’lı yıllarda her ne kadar bir başyapıt olarak nitelendirilmese de görülmesi gereken ilginç filmler arasına mutlaka girer. Çok zor bir konusu olmasına rağmen inanılmaz oyuncu kadrosu ve basit ölüm kavramından kaçınmış olması, deyim yerindeyse izlemesi “kolay” bir film olarak karşımıza çıkmasına neden olmuştur.

John, Lorenzo, Michael ve Tommy, New York’un bir gecekondu mahallesinden dört arkadaştır. Onlara tek destek olan ve manevi olarak yol gösteren kişi papaz Robert Carrillo (Robert de Niro)’dur. Robert sosyal hizmetler çalışanı olarak görev yapar ve evde sorunlara neden olan bu çocuklar için neredeyse bir baba gibidir.

Bir gün çocuklar ağır bir dondurma arabası çalarlar. O gün şans yüzlerine gülmez çünkü ağır arabayı taşıyamaz ve metronun merdivenlerinden aşağıya düşürürler. O anda dört çocuğun şaşkın ve afallamış bakışları altında araba o anda orada bulunan bir adamı ezer. Bir anda hepsinin kaderi değişmiştir.

Bu dört çocuk, bir çocuğun asla yaşamaması gereken tecrübeleri yaşayacakları bir çocuk cezaevine girer. Yıllar sonra bir cinayet ve adli bir tuzak onları bir araya getirir.

Karanlıkta Dans (Lars Von Trier)

Bir Lars Von Trier filminin sizi kayıtsız bırakması gerçekten çok mümkün değildir. Von Trier, dram türünü seven bir yönetmen olarak filmlerini çekme yöntemleri ile kendisini farklı bir yere konumlandırmaya çaba gösterir.

Şarkıcı Björk’ün daha önce hiç oyunculuk deneyimi olmadığını dikkate aldığınızda izleyicilerin bu yapım konusunda şüphe duymaları son derece doğal bir durumdur. Çünkü filmin neredeyse %90’ı gibi çok büyük bir kısmı onun oyunculuk gücünü yansıtmaktadır.

Fakat buna rağmen şarkıcı, sadece şarkı söyleme konusunda yetenekli olmadığını aynı zamanda harika bir aktris olduğunu da kanıtlamıştır. Karanlıkta Dans masumiyet, kötülük ve açgözlülük üzerine eşit ölçülerde kurgulanmış ve sonucu hayal kırıklığı yaratmayan bir filmdir.

Varoluşsal Sonuçları Bulunan Psikolojik Dram Filmleri

Psikolojik dram filmleri aynı anda pek çok konuyu barındırabilir. Ancak bazen filmi çevreleyen şey varoluş hissinin ortadan kalkmasıdır.

Piyanist (Roman Polanski)

Wladyslaw Szpilman (Adrien Brody) Polonyada bir Yahudi radyosunda piyanist olarak çalışmaktadır. Szpilman , II. Dünya Savaşının başlaması ile birlikte Varşova’nın nasıl adım adım değiştiğine şahit olur. Bu şehrin gettolarına girmeye zorlanan Szpilman, daha sonra Reinhard Harekatı boyunca ailesinden ayrılmak zorunda kalır.

İşte bu aşamadan toplama kampındaki mahkumların bırakılmasına kadar geçen zaman içinde Szpilman Varşova’nın yıkıntıları arasında farklı yerlerde saklanır. Bu süre boyunca insanın nasıl tamamen perişan bir hale gelebildiğine ve onu insan yapan her şeyden nasıl mahrum kalabileceğine şahit oluruz.

Piyanist, insanlığın kendini koruma adına nasıl en kötü suçları işleyebileceğini gösteren çok özel bir yapımdır. Aynı zamanda varoluşuna dair hiçbir anlam bulamayan umutsuz bir adamın birkaç basit piyano notası sayesinde nasıl hayata bağlanabileceğini de çok güzel bir biçimde anlatır.

Bu tür filmlerde izleyiciye aktarılan düşünceler, belirli bir konuda farklı bakış açılarını öğrenmemize ve bir hikayedeki ince detayların zenginliğini anlamamıza yardımcı olur. Çünkü sinema sadece bir sanat dalı ya da bir eğlence aracı değil, aynı zamanda bir duygusal öğrenim atölyesidir.

Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.