Logo image
Logo image

Duygusal Zeka İle İlgili Sorulabilecek 9 Soru

4 dakika
Duygusal Zeka İle İlgili Sorulabilecek 9 Soru
Son Güncelleme: 31 Temmuz, 2018

Aristo “Herkes sinirlenebilir” demiştir. Ancak, doğru insana, doğru derecede, doğru zamanda, doğru amaçla ve doğru şekilde sinirlenmek gerçekten zordur.

Bu yazı duygusal zekâ konseptinden ve bu gibi problemlerle karşılaştığımızda duygularımızı ve diğer endişelerimizi yönetmenin karmaşıklığından bahseder.

Ancak, duygusal zekanın ne olduğunu gerçekten biliyor muyuz? Bu yazıyla bu konu hakkındaki konseptleri netleştirmek ve üzerine düşünmek istiyoruz. Birkaçına bakalım.

1. Duygusal zeka nedir?

Duygusal anlamda zeki olmak her şeyi yapmaya motive olmak, kendine güveni yüksek olmak ya da çok optimist olmak mıdır? Cevap hayır. Bazılarına göre, duygusal anlamda zeki olmak demek çeşitli niteliklere sahip olmak demektir.

Yıllardır kendimize olan güvenimizi, duygusal zekamızı ve kendi benliğimizi geliştirmenin önemini defalarca duymuşuzdur. Birçok becerimizi geliştirmek için çalışmamız gerektiğini biliyoruz ancak bunu nasıl yapacağımızı ya da birbirleriyle nasıl bağlantılı olduklarını bilmiyoruz.

Bunun sebebi başkaları duygusal zeka hakkında konuşurken Salovey ve Mayer’in değindiği gibi bir kapasiteden ya da sahip olmamız için uğruna çabalamamız gereken bir grup özellik ya da nitelikten bahsettikleri içindir. Daniel Goleman’ın dediği gibi kişilik özellikleri, motive edici nitelikler ve duygusal nitelikler bu özelliklere örnek olarak verilebilir.

Some figure

2. Duygusal zekayı bir grup özellik olarak görmek ne anlama gelir?

Soru #1, bir insanı “tamamen duygusal” bir varlık olmaya “zorlama” dezavantajına sahiptir. Onların duygusal kabiliyetlerini empatiden, kararlılıktan, optimizmden, motivasyondan ayırmazlar.

Bu bakış açısı insana küresel bir açıdan bakmamızı sağlar ve evet, her şey bağlantılıdır ama… Duygularımızla bağlantı kurdukça bir tip insan oluruz diyebilir miyiz? Başkalarının bizim hakkımızda böyle düşünmesini istiyor muyuz? Tabi ki hayır ve bu kafa karışıklığına yol açan ilk şeydir.

Zihinsel hayatımızın (duygusal zekâ gibi) büyük bir kısmını kapsayan kişiliğimizdir, duygusal zekamız kişiliğimizi kapsamaz.

Bunu anlar ve hakkında ciddi olursak, bu fikirleri gerçekten içselleştirmeden duygusal anlamda zeki olmak hakkında konuşmayız. Zor olan bunu geliştirmek, duygusal olarak tutarlı olabilmek için bunu tamamıyla bizim yapmaktır.

Duygusal zekayı Salovey ve Mayer’in bakış açısından anlamak daha akla yatkındır.

“…kişinin kendinin ya da başkalarının duyguları hakkında bilgiyi çok yönlü işleyebilme yetisi ve bu bilgiyi düşünce ve davranışlara aktarabilme yetisi. Yani, duygusal anlamda zeki kişiler duygularına kulak verir, onları kullanır ve yönetir ve bu beceriler onlara ya da başkalarına potansiyel olarak fayda sağlayacaktır.”

Some figure

3. Neden bu terimi yalnızca son yıllarda duymaya başladık?

Duygusal zeka konseptine araştırmacıların, eğitimcilerin ve medyanın verdiği önem ile toplum “uyanıyor”. Bu durum, bu konseptin tüm dünyaya ve duygularını cezalandırmaya alışmış bir topluma yayılmasını sağladı.

Genel olarak duygularımızın bizi karar verirken daha az efektif ve daha güçsüz yaptığına, kapasitemizi kısıtladığına inanırız. Bu terimin sembolize ettiği şeyden korkarız çünkü mantığın duygulara karşı bir ahlaki üstünlüğü olmadığının farkına varmışızdır. Bu ayrım doğru değildir, çünkü duyguları, düşünceleri ve sezgileri birbirinden ayıramayız. 

4. Duygularımız günden güne ne rol oynar?

Duygular çok önemli bir rol oynar. Günlük hayatlarımızı duygular ve hisler olmadan yaşayamayız. Kalktığımız ilk andan yatağa döndüğümüz ana dek duygularımız eylemlerimizi yönetir. Eğer rüyaların duygulardan bağımsız olduğunu düşünecek olursak yalnızca o rüyaların bizde uyandırdığı hisleri hatırlamalıyız.

Düşündüğümüz her an hissediyoruz ve her türlü olay bizde bir duygu uyandırıyor. Bu, tabii ki, başkalarına ne yansıttığımızı, kararlarımızı ve çıktığımız yolları etkiliyor.

Some figure

5. Ne gibi yanlışlar yaparız?

Çoğunlukla negatif duyguları reddederiz çünkü onlar bize acı verir ya da rahatsız eder. Reddetmekten kastımız yalnızca görmezden gelmek değil aynı zamanda başkaları bunu hissettiğinde cezalandırmak anlamına gelir. Bu çarpıcı bir şekilde gerçekleşir, mesela bir çocuğun geçirdiği öfke krizine rastladığımızda çoğunlukla “ağlama” ya da “o kadar da üzücü değil” gibi cümleler kurarız. Bu şekilde “güçlü insanlar ağlamaz ya da yıkılmazlar” mesajını vermiş oluruz.

6. Üzüntü ya da öfke sağlıklı mıdır?

Tabii ki. Bu şaşırtıcı ama üzüntü ve öfke gibi negatif duyguların akıl almaz olmadığının farkına varmalıyız. Aslında onlar kendilerini bizim içimizde bir amaç uğruna barındırırlar.

Duygularımıza izin vermemek bizim için hiç sağlıklı değildir. Her duygunun bize söyleyeceği bir şey vardır ve bunu biz saklayamayız. Bunu açıklamak için aydınlatıcı bir örnek verelim: toza alerjisi olan birisi asla halının altındaki tozları süpürmenin hayalini kurmayacaktır, kendisini etkilemeyeceğini düşünmeyecektir.

Duygularımıza önem vermemek ya da içsel sağlığımızı kontrol etmemek ondan kaçmamızı sağlamaz. Her duygu günlük hayatımızda bir amaç için bulunur ve o duyguların bize  söyleyeceklerini görmezden gelemeyiz.

Some figure

7. Duygularımızı anlamamanın sonuçları nelerdir?

Duygusal sistemimizin verdiği bilgileri doğru bir şekilde algılayamazsak karar ve düşünce mekanizmamızda yanlışlıklar olması kaçınılmaz olacaktır. Kendimizi bilmemeyi, reddetmeyi, bastırmayı ve hatta kendimizi cezalandırmayı beraberinde getirecektir.

Duygular her zaman varlardır ve stratejilerimiz ve kadar doğru olursa o kadar aktif ve kararlı oluruz. Genel anlamda iyi hissetmemiz psikolojik ve fiziksel sağlığımıza bağlıdır.

8. İş yerinde duygular nasıl bir rol oynar?

İş dünyası değişiyor. Yalnızca “zeki” olduğumuz için değil, aynı zamanda akademik başarımızla da değer kazanıyoruz. Ya da eğitimlerimiz ve deneyimlerimizle. Kendimizle ve başkalarıyla olan ilişkimiz de bunda bir rol oynuyor.

Kendi duygularımızla ve başkalarınınkilerle nasıl başa çıktığımız performansımıza bağlıdır. Bu Goleman’ın, duygusal zekanın öncüsünün, “taşınabilir beceri” dediği olgudur. Duygusal anlamda zeki olmak geleneksel “zekâ” kavramından daha yüksek oranda başarı getirir. İş dünyasındaki esnekliğimizi ve iş yerine adapte olabilme yetimizi duygusal zekâ daha iyi ifade eder.

Duygusal yetersizliğin şirkete, çalışana ve topluma olan masrafı çok büyüktür. Eğer yaşamın düzgün bir şekilde yürümesini istiyorsak bu gerçeği göz ardı edemeyiz.

Some figure

9. Toplum olarak bu konuyla ilgili neler öğrenmeliyiz?

Hala öğrenecek çok şeyimiz var. Başka şeylerle beraber, okuldaki çocuklarımız, gençler ve büyüme çağındakiler için kaliteli bir duygusal eğitim de eksik. Ancak gerçek bir devrim olabilmesi için kendimize ve yetişkinlere de duygularımızı anlama ve yönetme becerilerini katabilmeliyiz. İşte tam bu yüzden duygularımızla olan ilişkimiz – medyadan reklamları algılayışımıza kadar her yerde – çok önemlidir.