Yolumuza Çıkan Her Şey, Bizim İçin Her Zaman İyi Olmayabilir

Yolumuza Çıkan Her Şey, Bizim İçin Her Zaman İyi Olmayabilir

Son Güncelleme: 26 Ekim, 2017

Etrafımızdaki her şeyin dikkate değer bir önemi olmadığı gibi, yolumuza çıkan her şey de bizim için iyi olmayabilir. Hayatımızda zehirli diye nitelendirdiğimiz şeylerden kurtulmak için günlük rutinimize doğru miktarda psikolojik ve duygusal filtreler uygulamak faydalı olabilir. Böylece kuzu gibi giyinmiş kurtlardan ve bize acı deneyimler yaşatacak olaylardan ve stresten uzak durmuş oluruz.

Bütün boyutlar önemlidir ama her birinin birbirine eşit olduğu da söylenemez. Ancak, bahsettiğimiz duygusal şemsiye önerisini günlük hayatta uygulamamanın neler doğuracağından bahsetmeden önce, tükenmişlik hissini ele almak istiyoruz.  Bildiğimiz anlamda tükenmişliğin en yaygın hali, fiziksel güç harcamakla ilgilidir. Dahası, başta kulağa garip gelse de, toplumda çok daha yaygın ve kronik olan başka bir tükenmişlik türü daha var.

“Bazen aldanma insanı öldürebilir, fakat umuttur bizi yaşatan.”

– George Sand

Bahsettiğimiz şey baş, boyun, sırt ağrısı veya sindirim problemlerine sebep olmayan; psikolojik çerçevede değerlendirilmesi gereken türden duygusal bir tükenmişlik sendromudur. Pek çokları buna psikolojik yıpranma da diyor. Bu şekilde bir duygusal yorgunluğa sahip olmak, fiziksel sonuçların ötesinde bizi temkinli olmaya iter ve hatta teşisi her zaman kolay gerçekleşmeyen gizli depresyona sebep olabilir.

Bu somut gerçekliğin kökeni, çevremizde bulunan ve yolumuza çıkan her şeye geçebilir nitelikte olmasına dayanır. Eğer sınırlar ve bariyerler inşa etmezsek ya da bizi incitecek şeylerle karşılaştığımızda sığınacak bir yer bulmazsak, bu bize zarar verip strese girmemize sebep olabilir. Ayrıca, bunun sonucunda duyacağımız ağır yenilmişlik duygusu yüzünden kayıtsızlık; cesaret ve hayal kırıklığının pençesine düşebiliriz.

Bu yüzden gerçekliğe odaklanmanın farklı yollarını öğreneceğiz: kendimizi korumayı.

şemsiye tutan kadın

Açıklık: En yaygın problem

İnsan davranışlarından biri olan açıklık, kesinlikle somut ve gerekli bir yere sahiptir. Etrafımızda neler olup bittiğini öğrenmek, yeni bilgi sistemlerine uyum sağlamak ve hayatta kalmak için açık olmak zorundayız. Başkalarının bize verdiklerini veya sağladıklarını almak, şüphesiz büyümemizi sağlayan muhteşem bir olgudur.

Bazen tam da ihtiyacımız olanları alırız. Bu yüzden katı fikirlere ve kapalı bir zihne sahip olmak gelişmemize bir katkı sağlamayacak ve mutlu olma fırsatlarına giden yolları kapatacaktır. Bu nedenle, çoğu zaman etrafındaki her şeyi bir sünger gibi emmeye programlanmış olan beynimize karşı savaşmak zorundayız.

Ancak, problem de işte tam burada yatıyor. Beynimizin içgüdüsel olarak yaptığı şeyler psikolojik dengeyi koruma amacı gütmüyor.  Alıcı olmak her zaman gelişime olumlu katkı sağlamıyor. Aksine, duygusal problemlere yol açıyor. Albert Ellis’in “mutsuzluk üçlemesi” adını verdiği akılcı duygusal davranışsal terapi akıllara geliyor.

su baloncuğu iten karınca

Ellis’e göre, maalesef  gündelik hayatta klasik mutsuzluğa sebep olacak üç tip mantıksız davranışta bulunuyoruz.

“Her şeyi doğru yapmalıyım.” veya “herkes benim istediğim gibi davranmalı.” gibi mantıksız düşüncelerin yanı sıra, “beni rahatsız eden veya endişelendiren şeyleri düzeltmek için bir sebep yok.” Düşüncesiyle yaklaştığımız üçüncü bir mantıksız bakış açısına sahibiz. Bu şekilde davrandığımız zamanlarda, hoşumuza gitmeyen şeylerle yüzleşmeyi bırakıyoruz. Başka bir deyişle içmesi hiç de güzel olmayan bir tuzlu su karışımına dönüşüyoruz- ki bu hiç doğru değil.

Eğer Yolunuza Çıkan Şeyler Sizin İçin İyi Değilse, Kendinizi Korumaya Bakın

Kim olduğunuzu unutmadan bir şeyler yapmaya ne kadar gönüllüsünüz? Başkalarının sizi kendi kişisel evrenine doğru sürüklemesine izin vermemek için ne kadar isteklisiniz? Yolunuza çıkan her şey sizin için iyi veya güvenli olmayabilir; hayatınıza almaya değmeyebilir.

“Yaratıcılığımız hariç bir sınırı var.”

– Rabindranath Tagore

Doğru kişisel sınırları koymayı öğrenmek hayati öneme sahiptir. Bu basit yöntemle, bir anlığına çevremizi saran koruyucu, sıcak ve parlak bir halka olduğunu hayal edin.  Bu çember, bizi dış dünyadan koruyacak olan alanı verir bize; hem de bunu yaparken, kimse için kendimizden ödün vermeden iletişim kurmamızı sağlar.

dallardan yapılmış çember

Dahası, bu büyülü çemberin esnek olduğunu bir düşünün. Böylece kimliğimizi kaybetmeden başkalarıyla iletişim kurabilir ve bize zarar vermeyeceğinden emin olduğumuz kişi veya şeylerin hayatımıza girmesine izin verebilir; bakış açımızı genişletebiliriz.

Bu koruyucu çember artık bizi koruyan bilge ve gerekirse acımasız bir kalkana dönüşebilir.  Bir şey ya da biri bizi incitmeye kalkıştığında, bu çember sayesinde kolayca yerle bir olacaktır. Çünkü bahsettiğimiz bu kalkan doğrudan değerlerimize, özgüvenimize ve kimliğimize bağlıdır. Yolumuza çıkan zararlı şey her ne ise, bu çemberin dışında kalacaktır. Hayatımızın bazı dönemlerinde bu çember zorlanıp bize zarar vermek için zorla açılmaya çalışılsa da, çok genç yaşlarda, çocuklukta ve ergenlikte temeli atılmaya başlanır.

Fakat, bu sizin için sorun olmasın. Her zaman tamir etmek, kırıkları onarmak ve yeniden mükemmel, sağlam ve güçlü bir çember yapmak için yeterli zaman vardır. Bizim için neyin doğru, neyin zararlı olduğunu bilen; istenmeyen misafirleri, sahte dostlukları, olmayacak hayalleri ve kırılan umutları kapı dışarı eden bir çember düşünün…

Koruyucu kalkanımızı nasıl oluşturacağımızı ve nasıl kullanacağımızı öğrenmeliyiz.


Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.