Nöromitler - En Yaygınları Hangileri?
Yazan ve doğrulayan psikolog María Vélez
Nörobilim insan beyni hakkında daha fazla keşifte bulunduğundan, bu alana olan ilgi de katlanarak artıyor. Ne yazık ki, bu artan ilginin bir sonucu, beyin hakkındaki araştırmaların yanlış yorumlanması ya da yayınlanan metinlerden farklı anlamların çıkarılması da “nöromitler” dediğimiz şeylerin ortaya çıkmasına sebep oluyor.
Nöroloji ile ilgili elde edilen bilgiler hakkındaki bu efsaneler, özellikle eğitim dünyasında çok yaygın olarak görülüyor. Bunun sonucunda da, ebeveynler, öğretmenler ve öğrenciler beyin ve öğrenme süreci hakkında bazı yanlış inançlara sahip oluyorlar.
Bu tür bilgi kirliliği, bilimsel kanıtlara dayanmayan eğitim yöntemlerinin ortaya çıkmasına da yol açıyor. Ayrıca, bu mitler, eğitim veren kişilerin (ebeveynler ve öğretmenler) öğrenme sürecine yaklaşımını etkileyen yanlış yargılara ve algılara yol açıyor.
Nöromitler ve bunların çürütülmesi
Tüm nöromitlerin kökenleri, aslında, gerçek bilimsel bilgiler. Ancak, bir nedenden ötürü, insanlar bu bilgiyi bir şekilde bozar veya yapılan herhangi bir araştırmanın sadece çok özel bir yönüne bakar. Aşağıda, en yaygın nöromitler arasından üçü ile ilgili gerçekleri açıklayarak bu efsaneleri çürütüyoruz.
1. Nöromitler – İnsanlar beynin sadece %10’unu kullanır
Bu, muhtemelen diğer insanlar arasında eğitimciler, parapsikologlar ve reklam şirketleri tarafından tekrarlanan en yaygın nöromit. Anlatılan efsaneler, insanların beyninin sadece % 10’unu kullandığını, ancak bu yüzdeyi belirli eğitim veya öğrenme teknikleriyle artırabileceğinizi göstermekte. Bu, beyninizin diğer % 90’ının temelde kullanılmadığı anlamına geliyor.
Bu nöromitteki gerçeklik payı şu ki: beyin gerçekten çok güçlü bir organ ve çalışma şekli nedeniyle asla % 100 oranında çalışmaz. Ancak bu, yeteneklerinizi geliştiremeyeceğiniz anlamına gelmez. Bununla birlikte, söz konusu bu gelişmeler, beyindeki bağlantıları güçlendirerek, yeni ağlar oluşturarak ve beyin sağlığını da geliştirerek gerçekleşir. Yani aslında bu bilinmez ve çözülemez bir “uzay” çağı problemi değil.
Beyniniz % 100 aktif olursa, çalışması için muazzam miktarda enerji gerekiyor. Aynı zamanda, bu durum, her türlü davranışı da tetikleyecektir. Beyin, aslında, prensip olarak, belirli davranışları veya bilişsel süreçleri tetiklemek için birbirine bağlanan farklı bölgeleri aktive ederek çalışır.
Bilim adamları, ayrıca, uyurken beyninizin hala bir miktar aktivitede bulunuyor olduğunu gördüler. Yani, gerçekte, beyninizin % 100’ünü kullanıyorsunuz, ancak hepsini aynı anda kullanmıyorsunuz.
2. Kendinize ait bir “öğrenme stili” ile daha iyi öğrenebilirsiniz
Bir diğer yaygın inanç, bilginin sunulma şekli bir öğrencinin öğrenme stili ile uyumlu olursa, bu öğrencinin daha iyi öğrenecek olduğu. İnsanlar, genellikle öğrenmeye yönelik üç farklı stil tanımlar: işitsel, kinestetik ve görsel. Bu inanca göre, her birinin kendi öğrenme tarzına hitap edecek şekilde, her öğrenciye farklı bir şekilde öğretmelisiniz. Hatta, bazı okullar, bu konuda çocukları öğrendikleri ilk harfle veya öğrenme tarzlarıyla etiketleyecek kadar ileri gitti.
Bu inancın yaygınlığı göz önüne aldığınızda ve onu destekleyecek hiçbir bilimsel kanıt bulunmadığını öğrendiğinizde oldukça fazla şaşırabilirsiniz. Literatürde, insanların belirli bir kanaldan bilgi aldıklarında daha iyi öğrendiklerini gösteren hiçbir çalışma bulunmuyor. Aksine, bu yönde yapılan araştırmalarda ulaşılan sonuçlar oldukça yetersiz.
Bununla birlikte, her bir beynin farklı deneyimlerin ve biyolojik süreçlerin bir sonucu olarak çeşitli fonksiyonlara sahip olduğu da kesinlikle doğru. Dolayısıyla, öğrenme süreci söz konusu olduğunda, her bireyin bir tercihinin olması da mantıklı. Peki bu veri yeterli mi?
Kesin olarak bildiğimiz şey, beyniniz duyusal bir şekilde entegre olmamış birkaç farklı uyarana maruz kaldığında, bu durum kafa karışıklığına neden olacaktır. Bu meydana geldiğinde, beyniniz bilgiyi absorbe etmek ve işlemek için daha fazla kaynak kullanma yoluna gidecektir. Bilgi yeterince zengin olduğunda ve birkaç duyusal kanalı birden kapsıyorsa, öğrenme deneyimi daha güçlü olacaktır.
3. Beynin yarıküreleri bağımsızdır ve bu kişiliğinizi de etkiler
Bu popüler efsane, her beyin yarıküresinin belirli süreçlerden sorumlu olduğunu ve bağımsız olarak çalıştıklarını savunuyor. Bu efsanenin bir başka kısmı beynin bir tarafının her zaman baskın olması ve belirli kişilik özelliklerini ortaya koyması.
Bu fikre göre, örneğin, beynin sağ lobu daha kapsamlı düşünmeden sorumlu. Daha sanatsal, duyusal ve kaygısız. Sol beyin ise analitik, sorumlu, isabetli, yapılandırılmış ve mantıklıdır.
Bilimsel araştırmalar, sağ ve sol beyin hakkındaki bu fikirlerin mesnetsiz olduğunu göstermiştir. Yapılan çalışmalarda, her iki yarıkürenin de her türlü bilgiyi aldığı ve işlediği ortaya çıkmış. Bununla birlikte, beynin belirli bir tarafında veya diğer tarafında daha fazla meydana gelme eğilimi gösteren bazı işlevler de bulunuyor. Fakat, bu alanlar, ortada bir tür beyin işlevi bozukluğu olmadığı sürece, bu bilgileri de birbirlerine bağlı bir şekilde işliyor.
Buna ek olarak, sağ veya sol elini kullanıyor olmak loblardan birinin hakimiyetini öne çıkartmasına rağmen, bunun insanların kişilikleri veya bilgileri işleme yöntemleri ile ilgisi bulunmuyor. Sağ veya sol elden hangisini kullanıyor olursa olsun, her bireyin beceri ve yetenekleri deneyim ve diğer kalıtsal faktörlerle belirlenir.
Tüm alıntı yapılan kaynaklar, kalitelerini, güvenilirliklerini, güncelliklerini ve geçerliliklerini sağlamak için ekibimiz tarafından derinlemesine incelendi. Bu makalenin bibliyografisi güvenilir ve akademik veya bilimsel doğruluğa sahip olarak kabul edildi.
- Ansari, D., y Coch, D. (2006). Bridges over troubled waters: Education and cognitive neuroscience. Trends in Cognitive Sciences, 10, 146-151.
- Coch, D., y Ansari, D. (2009). Thinking about mechanisms is crucial to connecting neuroscience and education. Cortex, 45, 546-547.
Bu metin yalnızca bilgilendirme amaçlı sunulmuştur ve bir profesyonelle görüşmeyi yerine geçmez. Şüpheleriniz varsa, uzmanınıza danışın.