Logo image
Logo image

Her Şeye Sahip Olduğumuzda ve Hiçbir Eksiğimiz Olmadığında

4 dakika
Her Şeye Sahip Olduğumuzda ve Hiçbir Eksiğimiz Olmadığında
Son Güncelleme: 05 Mart, 2018

Her şeye sahip olduğumuz, her yönden neredeyse kusursuz bir şekilde dengelenmiş şahane durumlar vardır. Ancak, uzun süre geçmeden bu sihir yok olur ya da öylece bitiverir. İşte tam bu anda, hayatta asıl önemli olanın kendimizle barışık olmak, sakin kalmak ve huzurlu yaşamak olduğunu anlarız.

Polonyalı sosyolog ve filozof Zygmunt Bauman şu anda içinde yaşadığımız toplumun bir tüketim toplumu olduğunu söyler. Başkalarının bizde eksik gördüğü şeyleri elde etme isteği oluşturan bir toplum. Bizi daima elimizde olanları atıp, kısa vadede kullanmamız için sunulan şeyleri almaya teşvik eder. Bir bakıma bizi tatmin olamayan yaratıklara, huzur yerine hızlı yaşamaya önem veren insanlara dönüştürür. Elinde olanların değerini bilmek yerine sahip olmadıklarını arzulayan insanlara…

“Bazen biz hiç yaşayamadan yıllar geçmiş olur. Daha sonra birden, tüm hayatımız sadece bir anmış gibi gelir.”

– Oscar Wilde

Bu yabancılaşma kültürü yüzünden mutluluğu ulaşamayacağımız bir şey olarak gördükçe yorgun düşeriz. Tabi hal böyle oldunca da zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş olur. Adeta sabah güneşiyle eriyip yok olan bir çiğ tanesi gibidir. Bunun sonucunda politik figürleri, patronlarımızı, ailemizi ve hatta bize sonsuz aşk sözü veren kişiyi bile suçlamaya başlarız. Halbuki onun sonsuzluk kavramının birkaç aydan öteye geçemediğini bilemezdik.

Artık öz saygıdan yoksunuz. Her şeye sahip olmanın etrafımızdaki her şeyi benimsemek olduğunu anlayamamış, duygusal anlamda başıboş insanlar haline dönüşmüşüz. Kendimizi, ailemizi, arkadaşlarımızı kabullenmek ve kalıplara girmeye çalışmak yerine yaratıcı olma kapasitemizi göstermek anlamına geldiğini…

Some figure

Akışına bıraktığımız anlar

Diğer dillerin tanımlamak için birden fazla terim kullanma gereği duyduğu düşüncelerin hepsini tek bir kelimeye sığdırarak anlatabilme titizliğini bütün dillerde bulmak mümkündür. Örneğin Japonya’da “Yūgen” (幽玄) denilen meraklı bir ifade şekli vardır. Çevirisi ise evreni gözlemleyince hissedilen derin, gizemli ve yoğun bir duygudur. 

Hepsinden öte ise dünyaya kalbimizle bakma ya da etrafımızdaki her şey hakkında daha derin bir farkındalığa ve bilgiye sahip olma hissidir. Böyle bir şey ancak önceliklerini belirlemeyi bilen, rahat, odaklanmış ve sakin bir zihinle gerçekleştirilebilir. Yaşadığımız anları anlamlı kılarak sonsuzluğa dönüştürmeyi bilmek gerekir. Reinhold Messner da aynı şekilde düşünmüştür ve şu anda kendisi dünyadaki en iyi dağcıdır.

En yüksek zirvelere oksijensiz bir şekilde ulaşan ilk kişi o olmuştur. Çoğu zaman dağa çıkarken yalnızdı. Tam bir doğa ve macera tutkunu olan Messner, karakteri yüzünden sıkça eleştirilmişti. Esas mutluluğun her bir anın içinde olduğunu erken zamanlarda anlayabilmiş biriydi. En yoğun, tatmin edici ve gerçek mutluluğun edindiğimiz şeylerle değil, sevdiğimiz şeyleri yaparak ve etrafımızı çevreleyen güzellikleri gözlemleyerek kazanıldığını anlamıştı.

Some figure

İsteyebileceğiniz her şeye sahip olduğunuzu hissettiğiniz ve mutluluğun rahat bir örtü gibi sizi sarmaladığı o ruh hali: Mihaly Csikszentmihalyi, 1990 yılında kendini kaptırma halini bu şekilde tanımlamıştı. Bir aktivitenin içine dalmak, mutluluk ve kendi kendine yetme hissine vardığınızda bunun olumlu geri dönüşünü görmek; hepimizin ulaşmayı amaçlaması gereken varoluşun o basit memnuniyeti. 

Her şeye sahip olduğumuz, hiçbir şeyin eksik olmadığı anlar

Modern insan için her zaman bir şeyler eksiktir. Telefonunuzun en son çıkan modelini alma isteğiniz, kısa süre sonra daha fazla özelliklere sahip olan bir başka modelinin çıkacağını gösterir. Sizi mutlu eden bir iş bulursunuz fakat bu iş rutininiz haline geldiğinde mutluluk ortadan kaybolur. Bizi artık tatmin etmemeye başladığında mutluluk kalmaz. İlişkilerimize tutkuyla başlar, fakat yavaşça bir şeylerin eksik olduğunu, sevginin tamamlanamadığını hissetmeye başlarız ve içimizde bir boşluk oluşur.

“Hayatın mücadele etmek değil, aksine, kabullenmek ve akışına bırakmak olduğunu anladığınızda hayatın anlamını bulmuş olursunuz.”

Adeta ironik bir şekilde, bu “boşlukların,” bu tanımlanamayan ve sonsuz, hatta bazen de tedirgin edici gerekliliklerin bizi her zaman daha fazlasını istemeye sevk ettiğini söyleriz. Çünkü bu doyumsuzluk sizi hep bir şeyler aramaya iter ve bu arayış da farklı keşifler yapmanıza sebep olur. Bununla birlikte, Ulysses gibi sonsuz ve geri dönüşü olmayan bir yolculuğa koyulduğunuzda, bir an durup sahip olduğumuz şeylerin kıymetini anlamak için verilen çabaya değer.

Some figure

Tatlı noktanıza nasıl ulaşırsınız

En sonunda her şeye sahip olduğumuzun farkına vardığımız ruh hali. Bunun ortaya çıkması, ancak tutkunuzu keşfedip kendinizi ona adadığınız zaman mümkün olacaktır. Reinhold Messner tutkusunu dağlarda buldu. Biz de bunu bir başka hobide, işimizde, ailemizde, sporda, sanatta ve bunun gibi herhangi bir şeyde bulabiliriz. Çünkü mutluluk, herşeyden önce bir amaç ve eylemdir. Karar verebilmek ve odaklanmış, özgüven sahibi, tatmin olmuş ve yetkin bir akıl ile bulunduğumuz andaki dengeyi bulabilmek demektir.

Mihaly Csikszentmihalyi buna “tatlı nokta” diyor. Bu, kendinizi tüm haz ve anksiyetelerden kurtardığınızda ulaştığınız haldir. Öyle ki zihninizdeki tüm sesleri kapatır, direnmeyi bırakır ve tutumunuzu sınırlandırırsınız. Bu sizin kişisel gelişimize doğru atıldığınız bir maceradır ve her güne, her ana yatırım yapmaya değer.